Herkese merhaba! Ruh, beden ve zihin ayrılmaz bir bütündür. O yüzden ruhsal ve bedensel yapımızı iyileştirmedikçe, bütünsel bir iyilik olmayacaktır!

Bu kez, Türkiye’de alanında en iyi uzmanlardan, aile ve ilişki danışmanı ve yazar sevgili Serhat Yabancı ile bir araya geldik. Onu, zaten kitaplarından ve Instagram sayfasından tanıyorsunuzdur. Bu yoğun temposunda onu yakaladım ve sizler için ilişkiler, evlilik ve boşanma gibi konuları konuştuk. Bugünkü konumuz; “Ben neden yalnızım?”.

Ben Neden Yalnızım?

Yalnızlık, git gide artan bir yaşam tarzı ve seçim olarak karşımıza çıkıyor. Yalnızlık bir seçim, öncelikle bunu kabul etmeliyiz.

Ancak, ilişkisel yalnızlık olarak baktığımızda, temelde bunun iki tane nedeni var; iki tip mükemmeliyetçilik. Birinci mükemmeliyetçilik; “Bana uygun biri yok” düşüncesidir. Bu, biraz narsistik mükemmeliyetçiliğe giriyor. Kendisini yüz üzerinden doksanda gören birinin bulacağı kişi, yüzde onluk bir dilimde olacaktır. Yani, çok zor.

İkinci nokta, “Ben aradığım kişinin aradığı kişi miyim?”. Bu, en çok göz ardı edilen kısım. “Şöyle birini arıyorum, böyle olsun, şöyle olsun ve bunların hepsi bir kişide olsun”. Peki, onların hepsini taşıyan kişi sizi tercih eder mi? Siz o insanın aradığı kişi misiniz? Serhat Yabancı, seanslarda ve eğitimlerde kişileri bunlarla yüzleştirdiğini belirtiyor.

“Ben öyle birini istiyorum ama ben gerçekten sağlıklı mıyım?”, “Gerçekten bunu mu istiyorum yoksa şu anki boşluğu doldurmak için mi ilişkiye ihtiyaç duyuyorum”, bu birinci noktaydı. İkinci nokta da, “O benim gibi birini istiyor mu?”. “Ben bir profil yaratıyorum, bu profile uygun biri miyim?”. Bunlarla yüzleşmeyip otopsi yapmadığımızda, biz yıllarca bunun peşinde koşuyoruz.

Bir yerden sonra, yaş ilerledikçe de, geri adım atmayı kendimize yediremiyoruz.

“45-50 yaşına kadar ben bunu bulamadım. Bu saatten sonra eğer geri adım atacaksam niye 50’sinde geri adım atayım ki? Ben 25’inde geri adım atardım, şimdi bu iş çözülmüş olurdu”. Bu sefer ne oluyor? Kişi, kendini, yarattığı kriterlerden vazgeçmeyi de kendine yediremiyor ve başarısızlık olarak algıladığı için yalnızlığa devam ediyor.

Standartlarımız ve Kriterlerimiz Yalnızlığımızın Ana Dinamiğidir

Peki, bu standartlar nelerdir? Birincisi, yüksek standartlar ve ikincisi güven standartlarımızdır. Yüksek standartlarımız; bizim kendimizi yüceltmemizle ilgili standartlarımızdır. “Yanıma yakışsın, şöyle olsun, böyle olsun”. Biraz da gerçekçi konuşmak gerekiyor, o adamların çoğu evlendi. Ancak, siz hala onda ısrar ediyorsunuz ve o kriterinizin de belki artık çekim alanı dışına çıkmış olabilirsiniz.

“Genç olsun, yakışıklı olsun, çok iyi bir kariyeri olsun, çok düzgün olsun, çok sadık olsun, çok uyumlu olsun, çok itaat etsin”. Peki, bir adam çok güçlü olup nasıl itaat edecek? Mümkün değil! Hem çok güçlü kadın istiyoruz hem de Anadolu’ya gidip annemize börek açmasını istiyoruz. Hem çok güçlü kadın istiyoruz hem de bize itaat etmesini istiyoruz. Hem güçlü, iyi iş yapan, iyi para kazanan bir adam istiyoruz hem de bu erkeğin gelip bizim kontrolümüzde olmasını istiyoruz. Bu, büyük bir çelişkidir. Zaten, itaat ve güç kavramı pek denk değildir.

Kişi Kendini Bilmezse Mutsuz Olur

Bir beyaz atlı prens bekliyorsunuz ama gerçek hayat böyle değil. Güçlü, başarılı bir erkek; 7/24 telefonuna bakar, dominant olur, kararı o verir, çevresinde çok insan olur gibi şeylerin farkında olmak gerekiyor.

Burada, enteresan bir denklem daha var… Böyle birini bulduğunuzda onunla mutlu olacağınızı nereden biliyorsunuz? Sadece, vitrindeki niteliklerle ilgili bir algıya sahipsiniz. İlişkiyi, vitrin özellikleri ile değil kişilik özellikleri ile yürütürüz. Sizin kişiliğiniz ile onun kişiliği örtüşmeli. Unvanınız ya da ekonomik, sosyo-kültürel düzeyiniz ilişkiyi yürütmez. En yüksek ekonomik düzeye sahip insanlar boşanmıyor mu? Boşanıyor. Alt düzeydeki de boşanıyor. Demek ki, her şeyin aynı olması ya da her şeyin kafanıza göre olması da yüzde yüz mutluluğu getirmeyecektir.

Herkes Vitrin Gibi Yaşıyor

Sizinle tanıştım. Ancak, siz arabası, malı, mülkü olan, bazen entelektüel seviyesi, bilgisi ile etkileyici olan ve vitrine oynayan biri olabilirsiniz. Ve, hayat boyu buna devam ediyor olabilirsiniz. Yatak odasında da devam edebilir. Yani, kişi aslında kişilik dediği şeyin o olmadığının kendisi de farkında olmayabilir.

Bu durum, geri planda aslında kişinin kendi değersizlik hissini gösterir. Kişi, kendini ne kadar değersiz hissederse, o kadar tam tersini yapar. Biz, bunu çoğunlukla karşı tepkiyle bastırmaya çalışırız. Kendimizi ne kadar değersiz hissedersek, vitrine o kadar yatırım yaparız.

Diyelim ki; siz vitrine yatırım yapan birisiniz ve karşı tarafta da bekar bir kadın var. Kadının karşısında da gerçekten istediği özelliklere sahip bir adam var. Başarılı bir iş adamı, sporla ilgileniyor, entelektüel yapısı iyi, yardımsever; ancak, bunlar gerçekte karakter özelliği değildir. Peki, bu özellikleri nasıl analiz edebiliriz? Gerçeği nasıl görebiliriz?

Vitrine Değil Karakter Özelliklerine Bakın

Kişinin karakter özelliklerini görebilmek için, mutlak bir tanışma süreci gerekir. Tanışma süreci olmadan, birkaç vasıfla ya da vitrinde görünen birkaç özellikle, “Tam aradığım insan!” diyemeyiz. Bu, bizim kendi yarattığımız bir senaryodur.

Yalnızlıkla olan bağlantısını kurduğumuzda; aradığımız kriterler bu kadar yüksek olduğunda, onu bulma ihtimalimiz düşüktür.

Bulursak da onun bizi seçme ihtimalini de ayrıca düşünmemiz gerekir. Yüz kişiden on kişi böyleyse, muhtemelen beşi evlidir.

Kalan beşinden birini bulduk diyelim. Peki, biz onun için uygun bir insan mıyız? Kaça düştü? Yüzde ikiye düştü. O da şartlar ve ortam uygun olup, o insanla tanışma fırsatınız olursa. Peki, yüz kişiden bulduğunuz bu iki kişi ile evliliği sağlıklı sürdürme şansınız yüzde kaç?

Bu kadar yüksek kriterli insanların tahammülsüzlüğü de çok yüksektir. Çok çabuk da hayal kırıklığı yaşarlar. İki taraf için de müthiş hayal kırıklığı yaratan evlilikler doğmaya başladı. “Gördüğüm adam bu değildi”, “Ben böyle bilmiyordum”, “Takım elbiseyle gezen adam şimdi çorabını sepete bile atmıyor”, “Evde saç baş dağınık gezen bir kadın var”. Bunlar, aslında bizim gerçek kriterimiz değildir. Bunlar, bizi yalnızlaştıran şeylerdir.

Bir de güvenle ilgili bir standart var. İkinci mükemmeliyetçilik; güvensizlik ile ilgili mükemmeliyetçiliktir. “Beni asla aldatmasın”, “Asla beni kırmasın”, “Asla beni üzmesin”, “İleride, boşanmayı hayal bile edemiyorum”, “Terk edilmeyi kaldıramam”. Yani, kendini sürekli en kötü senaryo ile motive eden kişi, bu üzüntüleri yaşamamak için kabuğuna çekilir. Güvenli alana çekilir ve yalnızlığını şöyle açıklar; “Evlenecek adam/kadın yok”. Bu durum, kadınlarda daha fazladır. Erkekler bunu, “Ben şuan evlenmeyi düşünmüyorum” diye açıklar. Kadınlar ise “Evlenecek erkek yok” diye açıklar. Yani, yalnızlıkla ilgili bir sorun yaşıyorsak; ya yüksek standartlarımız var ya da güvensizliğimiz var. Güvensizliği olan insanların aradığı insan modeli, daha zaten doğmamıştır.

Neden? Onlar öyle bir ilişki isterler ki, hiçbir sorun çıkmasın. Örneğin, güvensizlik yaşayan kişilerle konuştuğunuzda; bir süre sonra, “Evleneceksin, bir sürü ritüel ile uğraşacaksın, sorumlulukla uğraşacaksın” gibi cümleler kurmaya başlarlar. Bunların her biri, kişinin hep bir sorun yaşayacak endişesi olduğunu gösterir. Bunun altyapısında; anne-babanın ilişkisi ya da kaygılı bir kişilik yapısı olabilir.

Bir kişinin aile yapısında, anne ve babası sürekli kavga etmişse evlilikle ilgili olumsuz bir algısı olabilir. Ya da, beş kardeşin dördü boşanmışsa, bu çocuk için kötü örnekler olarak tanımlanır. Böyle birinin evliliğe güvenme ihtimali çok düşüktür. Kişi, bu noktada ilişkiden kaçar ve “En azından kendi sorunlarımın bedelini ödeyeyim” diye düşünür. Kontrol kendisindedir. Ancak, bu insanlar yalnızken de aslında çok mutlu değildir. Sadece, güvenli alanda yaşadıkları için kendi kontrolünde olan sorunları yaşar. Mutsuz, yalnız ama “Kendi bulaşığımı yıkıyorum, kendi kiramı ödüyorum, kendi başıma geziyorum” diyor.

Korku ve Endişe İle Hayattaki Mutluluklardan Kaçmayın

Yalnızlık bir tercihtir ve asla olumsuz bir algımız ya da yorumumuz olamaz. Ancak, güvenmediğiniz için ihtiyacınız olmasına rağmen bir ilişki kurmaktan kaçıyorsanız; bunu mutlaka çözmeniz gerekir. Hayatınız boyunca, bardak kırılacak diye çay içmekten vazgeçemezsiniz. İleride üzüleceğim diye sevgili olmaktan ya da ileride bir gün boşanırım diye evlenmekten vazgeçemezsiniz.

Bunlar, aslında sizin temel ihtiyacınızdır. Sevmek ve sevilmek hepimizin ihtiyacı. Ancak siz, üzülmek ya da kırılmak endişesi ile bunlardan kaçarsanız; oradaki o endişeden kaçmanın karşılığında, çok büyük bir mutluluktan vazgeçmiş olursunuz. Yani, bir çayı içerken bardağın kırılması endişesi ile hayat boyu çay içmekten vazgeçersiniz. Belki de bardak hiç kırılmayacak!

“Peki, ne yapacağım?” diyebilirsiniz. En üst aşamada; yani, kaygılar ile ilgili ya da yüksek standartlar ile ilgili bir durum varsa, bir uzman desteği gerekebilir. Sağlıklı kaynaklar ve alanında uzman kişilerin kitaplarını okumak da iyi gelebilir. Bazen şunu görebiliyoruz; “Hayatını yaşa! Ne gerek var evliliğe? Takıl, ye, iç, gez”. Bu tarz bilgiler veren kitapları yazanların da genelde bir uzmanlık alanı da olmuyor.

Sorunlarınıza bakış açısı getirecek şeyleri okuyun. Diğerlerini de okuyun ama sizin ihtiyacınız olan şuan güvensizlik probleminiz ile ilgili bir şeyler ise; “Boş ver, takma, salla gitsin” diyen bir kitabı okumayın. Güven sorununuzu anlayacak, onun içine girecek, onun içerisinde olduğunu anlamanızı ve iyileştirmenizi sağlayacak yaklaşımlara bakın. “Neden bunu yaşıyorum ve nasıl bir yol izleyebilirim?” gibi…

İleride bir gün kötü bir şey olursa diye zihniniz sizi bloke ediyorsa, bunun altında dayanıksızlık şeması yatıyordur. İleride kötü bir şey olursa ne olur? Onu o zaman düşünürsünüz. Ölmezsiniz. Hayatta olabilecek en kötü şey, ölümdür. Bir sonrası yoktur. Ancak, hiç kimse boşandığı, ayrıldığı ya da terk edildiği için ölmez. Ve hem mutluluk hem acı; bütün duygular geçiyor.

Ayağınız sehpaya çarptığında otuz saniye sonra geçiyor. Ancak, siz bunu “Neden çarptım oraya? Nasıl çarparım? Neden önüme bakmadım? Bunu buraya kim koydu?” derseniz, o stresi 30 dakikaya uzatırsınız. Ama ayağınızı çarparsanız, acınızı yaşarsınız ve geçer. Acıdan bu kadar kaçmamak gerekiyor. Duygusal olarak biraz kendinizi büyütmeniz gerekiyor. Yalnızlık çoğu zaman; kişinin acıdan kaçma, dayanıksızlıktan kaçma ve duygusal zayıflığını gösterir. İncinme endişesi, kişiyi kabuğuna çektirir. Biz de ona yalnızlık diyoruz.

Yalnız olmamak için, sevgili Serhat Yabancı’nın kitaplarını da öneriyorum. Kendisi ile ilişkilere dair konularımız devam edecek.

Umarım, yazıyı beğenmişsinizdir. Bugünlük benden bu kadar. Hoşça kalın!