Biz insanlar artık evrimimizi teknolojik aletler üzerinden yapıyoruz. İşin gerçeği Tarih öncesi teknolojik aletler henüz evrimleşmemişken Afrika’da yaşayan birinin, sıcaklığa ve güneşe katlanabilmesi için derisinin koyu renkte ve kalın olması lazımdı ki yaşam mücadelesini devam ettirebilsin. Tam tersi olarak güneşin az görüldüğü kuzey bölgelerinde insanın derisinin rengi beyazlar. Bunun da sebebi de o az olan güneşin ışıklarını özümsemek ve aynı zamanda D vitaminini iyi bir şekilde sentezlemek için vücut  coğrafya koşullarına göre uyumlanmıştır.

Ancak artık birebir doğa koşulları ve güçlükleri içinde olmadığımızdan artık bir yerden bir yere giderken daha güçlü bacaklara ya da vücut sıcaklığımız mevsime göre ayarlamak zorunda değiliz. Bunun yerine bizi daha hızlı her yere ulaştıracak arabalar ya da uçaklar, sıcaktan koruyacak veya soğukta ısıtacak en son teknolojik icatlar yapılıyor. Bu nedenle genetik olarak gelişmemize ihtiyaç kalmadı.

Ajan filmlerinde ve bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz  hayal ürünü gerçek olamaz dediğimiz o enteresan aletlerin artık normal hayatımıza geçtiğini görmek artık sürpriz olmaktan çıktı. Hemen alıp kullanmaya başlıyoruz. Örneğin, İngiltere’de Google’ın çıkardığı asistan “Alexa” hani şu radyo gibi bir yere koyup sonra “Alexa bugün gazetelerde neler var? Hava durumu nasıl olacak? Yada hangi tiyatro oyununa gitsem?” diye envai çeşit sorular sorabilir ve cevabını alabiliriz. Alexa bildiğin her derde deva, özellikle yalnız yaşayan yaşlı insanlara arkadaş olsun diye üretilmiş bir alet olmasına rağmen müthiş bir şekilde şimdiden her yaştan insanın rağbet gösterdiği bir araç oldu.

Londra’da bilim müzesinde robotlar ile ilgili bir sergi oldu ve ben tam üç kez gidip ziyaret ettim. Amacım yapay zekanın boyutlarını anlamak ve insanlığa ne gibi faydalar sağlayacağını anlamaktı. Örneğin, Toyota firması Robina adında bir robot icat etmiş.  Japonların bu icadı tamamı ile yaşlı insanları düşünerek yapılmış. Gerçi şu bir gerçek Japon ırkının yüzde yirmi beşi yaşlı ve gelecekte bu rakamın çok daha artacağını öngörüyorlar. Gelecekte yaşlılara bakacak insanların azlığını göz önünde bulundurarak, evde yardımcı ve eğlendirici, yaşlıları oyalacağı bir anlamda yalnız hissetmemeleri için bu robotu yapmışlar.

Yine bir Japon markası olan Honda’da bunun üzerine Asimo’yu icat emiş. Asimo da Robina kadar bir metreyi biraz geçkin boya sahip. Asimo’nun gözlerinin içine kamera yerleştirilmiş. Bunun sebebi ise karşısındaki insanın duygularını, tepkisini ve hareketlerini anlamak için konulmuş. Ayrıca artık robotlar kendi kendilerine öğrenebiliyorlar. Bu da demek oluyor ki her hangi bir konuda bize yardım ederken kendi çözümleri ile durumlara yaklaşacaklar. Bilinmeyen hep korkutucudur ya “Tırsmadım” desem yalan olur.

IBM markası pratisyen hekimlerin işlerini elinden alacak gibi. Çünkü öyle bir makinadan söz ettiler ki içine girdiğimizde vücudumuzdaki her hangi bir hücrenin bozulmasını dahi görüp, uzmanına bizi yönlendirip çözümlenmesini sağlıyor. Bu da demek oluyor ki bu alet daha biz şuram ağrıyor buram ağrıyor demeden bizi gelişebilecek bir hastalıktan kurtarıyor olacak.

Bundan daha inanılmaz bir haber Tesla’nın ve Space X’in kurucusu ve sahibi Elon Musk’tan geldi. Yapılan açıklamaya göre beyin-makina arayüz programının yapıldığını ve beynimizdeki nöronların (Neurons) bu makina ile iletişime geçerek dünyadaki her bilgiye salisede ulaşabileceğimizi söyledi. Şimdilik bize kafa karıştırıcı gelebilir ama uygulamanın çok basit olduğundan bahsediyorlar ki göreceğiz. Bu fikri şimdilerde kolunu kaybetmiş biri için yapılan “Yapay kol ya da bacak” teknolojisine benzettim. Çünkü “Yapay kol” kolu olmayan kişinin beynine yerleştirilmiş bir mikro çip (Micro chip) vasıtası ile komut alıyor ve kişinin vücuduna takılı olmasa da yapay kolu hareket ettirebiliyor.

Bu en son teknolojik gelişmeler insanı ölümsüzleğe doğru götürmeye çalışıyor gibi değil mi sizce de? Bioteknoloji sayesinde neler yapılmıyor ki Amerika ve bir çok gelişmiş ülkelerde artık çocuk sahibi olmak isteyen çiftler, laboratuvar ortamında embryo (Embriyo; yani oluşacak bebek tohumu da diyebiliriz) üzerinde uygulamalar yaptırtarak bebeğin göz renginden, saçının kıvırcık yada düz olmasına, cinsiyetine (Kız ya da erkek) veya ne kadar akıllı olacağına kadar karar verebiliyorlar. Bilim adamlarının açıklamalarına göre bu uygulamaların ötesinde yakın gelecekte DNA’yı değiştirebilme teknolojisi ve becerisine sahip olacaklar. Bu da demek oluyor ki Usain Bolt kadar hızlı, Einstein kadar zeki, Brad Pit kadar yakışıklı bir embriyo yapılabilir. Klonlama işlemlerinden akıl almaz boyutlara gelen insanlık daha kim bilir neler icat edip neler yapacak!?

Yakın gelecekte neler olacağını bilemiyorum ama derslerimiz sırasında incelediğimiz Neil Harbisson adında 1984 doğumlu Kuzey İrlanda’lı cyborg (Okunuşu saybörg) sanatçı ve bilim insanından bahsetmek istiyorum. Neil doğduğunda renkleri göremiyormuş. Dünyayı sadece siyah ve beyaz olarak gördüğü için kendisine bir elektronik göz yapmış. Bu elektronik gözün özelliği ise renklerin ses frekanslarından ne renk olduğunu tespit etmesi. Bu alet Neil’in kafatasının arkasından yani oksipital lobunun olduğu bölümün içine yerleştirilmiş olarak bir metal bir boru şeklinde kafasının dışına anten gibi çıkıp alnının önüne kadar uzanıyor. Bu anten sayesinde renkleri müzik şeklinde algıladığından örneğin, kırmızı rengin “Si majör” olduğunu söylüyor. Tüm çevreden gelen sesler sayesinde müzik eşliğinde renkleri görmesinin çok keyifli olduğunu ve bazen bilinçli şekilde bazı renkleri yanyana getirip en sevdiği müziği dinlediğini söylüyor. Kim bilir biz de yetersiz gördüğümüz bazı duyularımız için geliştirilmiş teknolojik aletleri kullanabiliriz. Daha neler olabilir “Komşunun benim hakkımda konuşup konuşmadığını ya da iş yerinde benim arkamdan iş çeviren, yerimde gözü olan şu alt kadromda yer alan kişiyi bir ses ayarlı antenimle dinleyeyim” diyeceğimiz günlere gelmişiz de ve fakat kafa kemiğine o anteni yerleştirtmek de ayrı cesaret işi! Düşünsenize herkes “Antenli James Bond”! Olur mu olur!

Google bizim kendimizi tanıdığımızdan bizi daha iyi tanıdığını iddia ediyor. Buna da algoritma deniyor. Okuduğumuz yazılar, dinlediğimiz müzikler, alışveriş yaptığımız ya da incelediğimiz, ilgilendiğimiz her şey ama her şey kullandığımız aletler (Akıllı telefon, bilgisayar gibi) tarafından kayıt ediliyor. Seveceğimiz yemeği, gidebileceğimiz restaurantı, kahve içerken keyif alacağımız mekanı,  beğeneceğimiz kıyafetleri, seyredeceğimiz filmleri hatta hoşlanacağımız adam ya da kadın tipine kadar daha iyi bildiğini söylüyor. Bilim adamları gelecekte her şeyimizi danışacağımız bilgisayar programlarının olacağından bahsediyor.

Yakın gelecekte robotların bir çok mesleğin yeni sahipleri olacak gibi görünüyor. Bunu da şöyle örneklendirebiliriz, bir iş yeri sahibi bir robotu işe aldığında ne gibi fayda görebilir. Öncelikle ofiste yapılacak ne iş varsa “Yok bu benim işim değil” demeden ego yapmadan, başım ağrıyor hastayım, çocuklarımı okuldan almam lazım  ya da maaşıma neden zam yapılmadı ve neden bir üst pozisyona çıkarılmadım gibi binlerce sıralayacağımız durumun şikayetinde bulunmadan yedi gün yirmi dört saat çalışabilecek. Hatta tuvalet temizliği, çay ve kahve servisi, bütçe hesaplama, email göndermeden tutun, angarya ne kadar iş varsa, onun dışında nitelikli bilgi isteyen her şeyi tatil izni almadan maaş istemeden tüm bunları “Gık” demeden yapacak.

Anlaşılan tüm insani birbirimiz ile rekabetlerimiz, kendimizi aşma çabalarımız yetmiyormuş gibi bir de robotlar ile mücadele edeceğiz. Ekonomistler ve bilim adamları tüm dünyada “Nitelikli” yani önem derecesi yüksek bir görevi, mesleği olan insanlar dışında, alt pozisyonda çalışan kişilerin  işsiz kalma ve iş bulamama tehlikesi altında olacaklarını öngörüyorlar.

Şu bir gerçek şimdilerde sanal alemde yaşayan ve oradaki gelişmelerin sıkı takipçileri olarak bunlar ne kadar sorun olarak görülecek merak ediyorum. Görülen o ki sanal ortamda iş yapan, oradan para kazanan, oyun oynayan, başkalarına nispet yapan, kavga eden, kalpler içinde yorumlarla sevgisinden ölüyormuş gibi davranan, Mevlana’dan daha sufi, Usain Bolt’tan daha hızlı, Gandhi’den daha bilge, Steve Jobs’tan daha yaratıcı ve Snoop Dog’dan daha parti sever olduğumuzu sosyal medya hesabımıza bakınca anlaşılır çılgınlıktayız!

Dahası artık sadece sosyal medya üzerinden sevgili edinip, duygusal durumumuzu yazdığımız yazılarla belli edip ve yine oradan ayrılık imalı nispet yazısı ile de ilişkiyi bitiriyoruz. Şimdi bir de Asimo, Robina, Alexa da evimize girdi. Sanal ailemizle beraber özçekimler (Selfie) yapıp her gün ayrı bir konuyla sosyal medyayı sallarız. Böyle bir umursamaz, kimseye de ihtiyacım yok “Hıh sana mı kaldım, benim Asimom var” tavrında eser gürleriz.

Konu ile ilgili sorularınız ya da paylaşacaklarınız varsa  iletişim için zeynepeylemsenkal@fransizlape.com

Instagram hesabı: @psikologeylemsenkal

Psikolog “Uzman spor psikoloğu”

Zeynep Eylem Şenkal