Yeni coronavirüsün kaynağının hangi hayvan olduğu henüz belli değil ve bazıları yarasa veya pangolin, veya her ikisi olduğunu düşünüyor. Bilimadamlarının emin olduğu şey ise COVID-19 hastalığına sebep olan bu virüsün hayvan kökenli olduğu.

Onaylı COVID-19 vakaları dünya çapında artış gösteriyor. Johns Hopkins Üniversitesi’ne göre, yüz binlerce insan virüsü kaptı ve on binlercesi de öldü.

Fakat hayvanlardan geçen zoonotik hastalıklar COVID-19’dan önce de dünya çapında insanları büyük oranda etkiliyorlardı.

2012 yılında hazırlanan uluslararası bir rapora göre, dünya çapında 56 tane bu tür hastalık yılda 2.5 milyar hastalık vakasına ve 2.7 milyon ölüme sebep oluyor. Bu hastalıklar arasında kuduz, toksoplazma, balkan gribi, deng ateşi, kuş gribi, Ebola ve şarbon bulunuyor.

Bunlara ek olarak, hayvanlardan bulaşan grip benzeri solunum yolu hastalıkları da geçen yüzyılda büyük kayıplara sebep oldular. İspanyol gribi 1918 senesinde 50 milyon ölüme sebep olurken, Hong Kong gribi ise 1968’de 700.000 ölüme sebep oldu.

Peki insanların hayvanlardan kaptıkları hastalıklar neden bu kadar tehlikeliler? Bir kısmı bağışıklık sistemimiz ile bağlantılı. Bir kısmı ise doğal seçilim ile ilgili. Virüsü bulaştıran hayvanın kendisi de rol oynar.

Hayvansal Virüsler ile İnsan Bağışıklık Sistemi

Hayvanlardan geçen virüslerin insanlar için bu kadar tehlikeli olmalarının bir sebebi, insanların onlarla başa çıkma kabiliyetlerinin olmaması. Bağışıklık sistemimiz bu yeni virüsler ile karşılaşmamıştır ve bu nedenle bu davetsiz misafire nasıl tepki vereceğini bilmez.

Araştırmacılar insan bedenine giren virüslerin büyük kısmının bağışıklık sistemi tarafından veya sindirim sisteminden geçerken yok edildiğini söylüyorlar. Ancak arada bir de olsa, hayvansal bir virüs insan bedeninde çoğalmayı başarıyor.

Hayvan virüsünün insan bedenindeki ilk çoğalma anı çok önemli. Bu kritik noktada virüs insan bedeninin sınırlamaları altında ilk defa mutasyon ve evrim geçiriyor, kendini bu yeni konakçıda iyileştirmek ve adapte etmek için geliştiriyor.

Bu olurken, insan bağışıklık sistemi ona saldırmalı. Virüsün evrimine yetişmeli ve immün tepki oluşturmalı. İnsan bedeni bu tehditle daha önce karşı karşıya gelmediyse, hali hazırda bir bağışıklık gücü bulunmaz ve bir an önce bir güç oluşturmalıdır.

Fakat bu adaptif bağışıklık sisteminin parçası olan savunmanın aktif hale gelmesi günler veya daha fazla sürer. Bu sırada virüs daha hızlı bölünmek veya bağışıklık sisteminden kaçınmak için zaten evrimleşmiştir.

Evrimsel Silahlanma Yarışı

Başka kelimelerle ifade etmek gerekirse, insan bağışıklık sistemi ile hayvan virüsü bir silahlanma yarışına girerler ve tüm silahlanma yarışlarında olduğu gibi sadece bir taraf kazanır veya berabere kalırlar.

Doçent doktor Christopher Coleman şöyle diyor: “Genel kanıya göre, virüsler bir konakçıya uygun şekilde evrim geçirdikçe, o konakçıya karşı daha az tehlikeli hale geliyorlar, böylece çoğalma şansını yakalamadan yok edilme ihtimalini azaltıyor ve kendi bulaşımını garanti altına alıyorlar.

Bu her zaman doğru değil ancak insanlara adapte olan bir virüs uzun vadede daha az tehlikeli hale gelebilir çünkü virüs ile bağışıklık sistemi arasındaki silahlanma yarışı ikisinin de tam olarak mutlu olmadığı ancak yok da edilmediği bir beraberlik ile sonuçlanabilir.

Ayrıca hayvan konakçıya tamamen adapte olmuş bir virüs insanlarda tamamen zararsız olabilir.”

Yüksek düzeyde patojenik insan coronavirüsleri üzerine araştırmalar yapan bu bilimadamı, coronavirüs ailesinden olan agresif hayvansal virüslerin örneklerini veriyor. Bunlar arasında tavuklarda bulaşıcı bronşit virüsü, kedilerde kedi bulaşıcı peritonit virüsü ve domuzlarda bulaşıcı gastroenterit virüsü neredeyse %100 ölüm oranlarına sahipler.

Bu virüslerin hiç birisi insanlara bulaşmıyor veya hastalığa sebep olmuyor.

Diğer yandan hayvanlarda evrimleşen ancak insanlara bulaşabilme yeteneğine sahip olan bir virüs insanlar için öldürücü olabilir.

Hayvanın bağışıklık sisteminin insan bağışıklık sisteminden çok farklı olması veya hayvanın insanlarda olmayan bir özel savunma mekanizmasının olması durumunda bu durum daha da geçerli olabilir.

Yarasalar ve Onların Çok Güçlü Bağışıklıkları

SARS, MERS ve Ebola gibi yarasalardan çıkan virüslerden kaynaklanan hastalıklar, yarasalarda olup bizde olmayan neyin olduğu sorusunu sormamıza sebep oluyorlar.

Yarasalar insanlar için bazen aşırı düzeyde öldürücü olabilen virüsleri taşıyarak uçarken kendileri neden hiç hasar görmüyorlar?

Cara Brook tarafından yapılan yeni bir çalışmada da bu soru soruluyor. Bu araştırma, yarasaların özel bağışıklık yeteneklerinin kendileri hasta olmadan nasıl bu kadar yüksek bir viral yükü taşıyabildikelrini gösteriyor.

Brook şöyle açıklıyor: “Bazı yarasalarda interferon yol adı verilen antiviral bağışıklık tepkisi daima açık olarak kalıyor. Çoğu başka memelide, bu düzeyde bir immün tepki zararlı inflamasyonlara sebep olur. Fakat yarasalar onları bu tip hasarlardan koruyan anti-inflamatuvar özelliklere de sahipler.”

Bu durum yarasalar için çok iyi haber ancak diğer memeliler için o kadar da iyi değil. Yarasaların bu kadar iyi bir savunmalarının olması, virüsün daha hızlı çoğalması için onları cesaretlendiriyor.

Yarasanın özel bağışıklık yetenekleri zamanla virüsleri daha güçlü hale getiriyorlar. Bu, çok iyi bir rakiple mücadele edip bunun sonucunda daha güçlü hale gelmek gibi.

Brook ve ekibi iki yarasa türünden hücreler alarak deneyler yapmışlar. Sonuçlar her iki türün de güçlü virüs karşıtı tepkilerinin virüsün hücreden hücreye daha hızlı yayılma yeteneği kazanması ile sonuçlandığını göstermişler.

Brook şöyle devam ediyor: “Bu durum yarasa bağışıklık sisteminin daha hızlı yayılan virüslerin evrimini hızlandırabileceğini ve yarasaların bu zararlı etkilerden kendilerini koruyabilseler bile insan gibi diğer canlıların bu korumaya sahip olmadıklarını gösteriyor. Bizim bağışıklık sistemimiz de aynı stratejiye teşebbüs etseydi geniş çaplı bir inflamasyon yaratabilirdi. Ancak yarasalar immünopatoloji tehdidinden kaçınma konusunda özellikle yetenekliler.”

COVID-19: Yarasa mı, Pangolin mi veya Yılan mı?

Yeni coronavirüs söz konusu olduğunda, onun insana hangi hayvandan geçtiğine dair pek çok teori mevcut. Bilimadamları pangolin veya yılanların muhtemel taşıyıcılar olabileceklerini belirtiyorlar.

Hangi hayvan olduğunu bulmak önemli çünkü bu hayvan virüsün genetik yapısına ve onu yenecek şeylere dair bilgi sağlayabilir. Fakat yeni coronavirüsün birden fazla hayvansal kaynaktan çıkmış olması da muhtemel.

Coleman şöyle diyor: “Pangolinlerden çıkmış olması bir olasılık ancak tek kaynak olmayabilirler ve başka türlerden de yayılmış olabilir. Örneğin orijinal SARS-CoV virüsünde misk kedileri işin içinde olan en popüler hayvanlardı ancak başka küçük memeliler de etkilendiler. MERS-CoV’un kaynağı develer olsa da, diğer deve benzeri hayvanlara da bulaştığına dair güçlü kanıtlar var.”

Hangi hayvan türü coronavirüsü insanlara geçirmiş olursa olsun, virüsün ne zaman ve nerede mutasyon geçirdiğini sormak daha önemli olabilir.

COVID-19 İçin İki Alternatif Senaryo

Kristian Andersen tarafından yürütülen yeni bir çalışmada, yeni coronavirüsün doğal mı yoksa insan yapımı mı olduğunun tespiti için eldeki genom verileri ile bir değerlendirme yapılmış.

Çalışma sonucunda virüsün doğal evrimin bir sonucu olduğu görülmüş ancak mevcut formunun hayvanlarda mı yoksa insanlarda mı oluştuğuna göre salgının gidişatının etkileneceğini belirtiyor ve şöyle açıklıyor: “Eğer SARS-CoV-2 diğer hayvan türlerinde adapte olduysa, gelecekte tekrar ortaya çıkması riski var.”

Yani virüs mevcut durumuna hayvanlarda geldiyse, hayvanlar onu birbirlerine geçirmeye devam edebilirler ve virüs bir noktada tekrar insanlara geçebilir.

Ayrıca araştırmacılar bu senaryonun virüsün neden bu kadar hızlı yayıldığını da açıklayabileceğini belirtiyorlar. Patojenik özelliklerini hali hazırda hayvanlarda geliştirdiyse, yayılmak için zaten eğitimlidir ve ilk insan bedenine girdikten sonra hızlıca çoğalabilir.

Eğer bu adaptasyon süreci insanda olduysa, hayvandan insana geçiş olsa bile aynı mutasyonlara sahip olma ihtimali düşüktür ve bu nedenle başka bir salgın ihtimali azalır.

Şu anda hangi senaryonun etken olduğu bilinmiyor. Fakat araştırmalar bunu zaman içerisinde gösterecekler.