Geçmiş salgınlardan bildiklerimize göre, sıcaklıklar, yağmur miktarı ve nem, bulaşıcı hastalıkların yayılımı üzerinde büyük etkilere sahip oluyorlar.

Örneğin 1878 senesinin yaz aylarında ABD’nin güney eyaletlerinde büyük bir sarı humma salgını başladı ve bu viral hastalık Aedes aegypti türü sivrisinekler tarafından insandan insana dolaylı yoldan taşındı.

Hastalığı 100.000 insan kaptı ve 20.000 tanesi hayatını kaybetti. Bazıları bunun ekonomik maliyetinin 200 milyon doları bulduğunu söylüyor.

Sarı humma on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda bölge şehirlerinin başının belasıydı.

1911’de ABD senatosu raporuna göre hastalığın zirve yaptığı Temmuz-Ekim ayları aralığında sosyal ve ticari hayat neredeyse durma noktasına geliyormuş.

Açık Deliller

1911 yılında yağmur suyu depolama tekniklerinin gelişmesi ve temizlik önlemlerinin artması, sivrisineklerin açık su birikintileri gibi yerlerde çoğalmalarına sekte vurdu.

Ancak yirminci yüzyılın sonuna kadar bilimadamları salgının bazı senelerde neden diğer senelere göre daha geniş kapsamlı olduğunu bulamadılar.

1793 ve 1905 seneleri arasında dokuz tane devasa sarı humma salgını olmuş ve yedi tanesi büyük El Nino kasırgası ile aynı zamanda olmuş.

El Nino her 4 yılda bir Güney Amerika’nın büyük okyanus kıyısında gelişen bir sıcak hava şerididir. Bu fenomen bol yağmurlar, ılıman ilkbahar ve sıcak yaz aylarına sebep olur.

1999 yılında Bulletin of the American Meteorological Society’de yayınlanan bir araştırmaya göre bu durum sivrisineklerin sarı hummayı yaymaları için mükemmel bir ortam oluşturmuş.

1878 senesinde El Nino’ya denk gelen salgın kayıtlara geçmiş en güçlü salgınlardan birisi olmuş.

Gelecekte Olabilecekler

İklim değişimlerinin viral enfeksiyonların yayılımı üzerindeki etkilerini tahmin etmek pek çok zorluk barındırıyor. Çünkü iklim, doğa ve insan aktiviteleri arasında karmaşık bir etkileşim zinciri var.

Ancak mevsimsel grip ve tarihsel salgınlar gibi gibi viral enfeksiyonlardaki yıllık dalgalanmalara bakınca, bazı ipuçları elde edebiliyoruz.

İklim değişikliğine dair düzenlenen bir panelde, insan aktivitelerinin sanayi öncesi döneme göre 1 derecelik küresel sıcaklık artışına sebep olduğu belirtiliyor. Eğer ısınma bu hızla devam ederse 2030-2052 yılları arasında sıcaklık artışı 1.5 dereceyi bulacak.

Bunun sonucunda hava olayları daha şiddetli hale gelecek, seller, kuraklıklar ve sıcaklık dalgaları ortaya çıkacak. Sıcaklıktaki, yağmur miktarındaki ve nemdeki değişimlerin dünyanın hayvanları ve ekosistemleri üzerinde ciddi etkileri oloacak.

Ayrıca insanlara da bulaşabilen veya bulaşma potansiyeli olan virüsleri taşıyan hayvan konakçılar ve onları bulaştıran böcekler de etkilenecekler.

İklim değişikliğinin coronavirüs salgınında herhangi bir rol oynadığına dair bir kanıt yok ancak farklı hava düzenlerinin muhtemel rolü üzerine yoğun tartışmalar var.

Yine de iklim değişiminden kaynaklı insan aktivitelerindeki değişimler virüslerin vahşi türlerden insan türüne atlamasının ihtimalini arttırabilir ve bu konuda öğrenilmesi gerekenler var.

COVID-19’da olduğu gibi, bu virüslerin türler arasındaki geçişleri, insanların çok az bağışıklık sahibi oldukları yeni hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olabiliyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün raporuna göre, şu anda devam eden küresel çevresel değişimlerden birisi olan iklim değişiminin insan nüfusu üzerindeki bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkışı üzerinde etkili olması bekleniyor.

Viral hastalıkların yayılımını etkileyebilecek olan mekanizmaları kısaca özetlemek gerekirse:

  • bulaştırıcı böcekler
  • hayvan konakçılar
  • insan davranışları
  • bağışıklık sistemi

Bulaştırıcı Böcekler

Sivrisinek, pire ve tatarcık gibi virüs taşıyabilen ısıran böcekler soğukkanlıdırlar. Yani beden sıcaklıklarını yönetemezler ve dış dalgalanmalar onları güçlü şekilde etkilerler.

Sıcaklıklardaki ani ve büyük bir artış taşıyıcı böcekleri ortadan kaldırabilir ancak küçük, aşamalı artışlardan fayda görebilirler. Sıcak koşullar üreme imkanlarını arttırabilir, gıdayı çoğaltabilir, aktiviteyi yükseltebilir ve yaşam ömrünü arttırabilirler.

Teoride, iklim değişiminden kaynaklı sıcaklık artışı insanların potansiyel olarak taşıyıcı böceklere maruziyetini ve ısırılma oranlarını arttırabilir.

Böceklerin hayatta kalıp çoğalabilecekleri iklim koşulları sınırlıdır. Isınan bir iklim bu nedenle onların coğrafik aralıklarını değiştirebilir veya onların adapte olmak için evrim geçirmelerini sağlayabilir.

Bu değişimler yeni bulaşıcı hastalıklar ile sonuçlanabilirler.

2008 yılnda Nature dergisinde yayınlanan bir rapora göre, bulaştırıcı böceklerden kaynaklanan hastalıklar geçmiş on yıla göre %30 oranında artış gösteriyorlar.

Endişe verici şekilde, %30 artış önceki on yıla göre çok ciddi bir artış.

Raporun yazarları şunu da ekliyorlar: “Bu artış, 1990’larda yaşanan iklim anomalileriyle bağlantılı görünüyor ve bu da yağmur miktarı, sıcaklıklar ve hava olayları gibi çevresel koşullara hassas olan böceklerin taşıdığı hastalıkların ortaya çıkışında iklim değişiminin rolü olduğunu söyleyen hipoteze destek sağlıyor.”

Yağış Miktarındaki Değişimler

Uzmanlar iklim değişiminin bazı bölgelerde yağmur miktarını arttıracağını, bazılarında ise düşüreceğini tahmin ediyorlar ve bu karmaşık, beklenmedik etkiler taşıyıcı böcekler üzerinde etkili olabilirler.

Artan yağış miktarı daha fazla durgun, açık suyun ortaya çıkmasına sebep olabilir. Bu bölgeler taşıyıcıların çoğalmaları için mükemmel larva bölgeleri haline gelirler.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre ıslak, nemli yerler daha önce sarı humma ve Deng humması gibi rahatsızlıkların salgın haline gelmesine yardımcı oldular.

Bazı yerlerde ise kuraklıklar taşıyıcıları arttırabilirler çünkü kuruyan nehirlerde durgun su birikintileri oluşur ve insanlar da yağmur sularını toplamak için havuzlar oluşturabilirler.

Uzmanlar 1999 yılında ılık bir kış mevsiminin sonrasında gelen sıcak, kuru bir yaz döneminin ABD’de sivrisinek kaynaklı Batı Nil Virüsü salgınlarına sebep olduğunu düşünüyorlar.

Çoğalma için gerekli olan durgun sularının miktarının artmasının yanında ekolojik değişimler doğanın dengesini başka şekillerde de bozabilirler. Örneğin daha az kurbağa ve yusufçuk olması, daha az böcek larvasının yenmesi ile sonuçlanabilir.

Kuşlar da virüslerin birincil taşıyıcıları arasında yer alıyorlar ve su kaynaklarının azalması kuşları bir bölgeye toplarken onları böcek ısırıkları için daha kolay hedefler haline getirebilir.

Hayvan Konakçılar

İnsanların hayvanlardan kaptıkları bulaşıcı hastalıklara zoonosis adı veriliyor.

İklim değişimleri yaşam alanlarını değiştirebilir ve vahşi hayatı, tarım ürünlerini, besi hayvanlarını ve insanları maruz kalmadıkları ve bağışıklıkları olmayan patojenlere maruz bırakabilir.

Yağış miktarı ve sıcaklıklardaki değişimler yarasa, şempanze, pangolin ve geyik gibi hayvan konakçılar tarafından tüketilen gıdaların miktarını değiştirebilir. Bunun sonucunda hayvan nüfusunun boyutu ve aralığı değişebilir ve insanlarla daha yakın temas kurabilirler.

Geçmişte bunun olduğuna dair bazı kanıtlar var.

1999 sonlarında ve 2000’lerin başlarında Panama’daki bilimadamları, Orta Amerika bölgesindeki ilk hantavirüs pulmoner sendromu vakalarını kayıt altına aldılar.

Bu potansiyel olarak ölümcül akciğer hastalığı, kemirgenlerin salyaları, idrarları ve dışkıları ile yayılan bir virüsten kaynaklanıyor.

Emerging Infectious Diseases’te yayınlanan bir raporda, bu salgının Los Santos şehrindeki yağış miktarının Eylül-Ekim 1999’da iki üç kat artması sonucunda kemirgenlerin adetlerindeki patlamadan kaynaklandığı belirtiliyor.

Aşırı yağış dolaylı yoldan her sene dünyada milyonlarca insanı etkileyen enterovirüslerin yayılımını da hızlandırabilir. İnsanlar enterovirüsleri yayarlar ve aralarında poliovirüs, coxsackie ve echovirüs gibi dışkı-ağız yoluyla bulaşan virüsler var.

Örneğin iklim değişimi ani sellere sebep olabilir ve insan dışkılarını denize taşıyabilir. Bu olduğu zaman, virüslerin bazıları balıklara bulaşabilirler ve bu da insanlarda hastalığın artmasına sebep olur.

İnsan Davranışları

korona virüsü belirtileri

ABD’deki Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri, yeni ortaya çıkan her dört hastalıktan üç tanesinin hayvanlarda geldiğini tahmin ediyor.

Uzmanlar COVID-19’un ilk vakalarını Çin’in Wuhan kentindeki vahşi hayvanların et için satıldıkları açık pazardan çıktığını tahmin ediyorlar.

Nature’da yayınlanan yeni bir çalışmaya göre, yeni coronavirüs bazı komplo teorilerinde bahsedildiği gibi laboratuvarda üretilmemiş. Genom dizilimi yarasalardaki virüslere çok benziyor ve pangolinleri hasta eden coronavirüsleri andırıyor.

Bu da virüsün yarasalardan insanlara pazarda satılan pangolinler üzerinden geçtiği teorisine hayli uyumlu.

COVID-19 rahatsızlığında iklim değişimlerinin bir etkisi olduğuna dair bir bilgi yok ancak özellikle gıda miktarının çok az olmasından dolayı vahşi hayvanlar ve insanların daha yakın temas kurmalarına sebep olarak bir etki yaratmış olabilir.

Örneğin tarım ürünleri ve besi hayvanları seller, kuraklıklar, sıcak dalgaları veya böcekler nedeniyle yok olurlarsa, açlık insanları daha fazla vahşi hayvan tüketmeye yönlendirebilir.

Özellikle bulaşıcı ve ölümcük olan ebola salgınının ortaya çıkmasına benzer bir şey sebep olabilir. Virüs 1996 senesinde kuzey Gabon’un Minkebe Ormanı’nın derinliklerindeki bir kasabada ortaya çıktı.

Uzmanlar salgının sebebinin şempanze öldürüp yiyen köylüler olduğuna inanıyorlar. 2007 yılında Batı Afrika’da çıkan son salgın ise meyve yarasalarının yenilmesi ile bağlantısı var.

Özel orman ekosistemlerinin odunculuk ve diğer insan aktiviteleri nedeniyle yok edilmeleri de diğer virüslerin vahşi hayvanlardan insanlara atlamasını kolaylaştırıyor.

Nature’da yayınlanan bir diğer çalışmaya göre, bozulan yaşam ortamları insanlara bulaşabilen daha fazla virüse ev sahipliği yapıyor. Bunun sebebi biyoçeşitliliğin kaybolmasının geride kalan türlerde viral enfeksiyonları güçlendirmesi olabilir.

Bilimadamları, biyoçeşitliliğin kaybının hastalık bulaşmasını arttırabileceğini ve azaltabileceğini belirtiyorlar. Ancak artan kanıtlar, bu kaybın hastalık geçişini arttırdığını gösteriyorlar.

İnsan Bağışıklığı

Kuzey enlemlerinde grip salgınları her sene Ekim-Mayıs aylarında gerçekleşirler ve Ocak ile Şubat aylarında zirve yaparlar.

Genel olarak sıcak hava grip yayılımını azaltır çünkü muhtemelen insanların büyük gruplar halinde iç mekanlarda toplanma ihtimalleri azalıyor.

Alternatif olarak daha sıcak ve daha nemli koşullar solunum yolu virüslerinin hayatta kalma oranlarını azaltıyorlar. Bu nedenle iklim değişimleri mevsimsel salgınları daha serin ve kuru olan kuzey ülkelerine taşıyabilirler.

Gelecek yıllardaki beklenen sıcak koşulların daha az veya çok grip salgınına sebep olacağına dair net bir görüş yok.

İklim değişimin daha az görünür etkileri de olabilir.

ABD’deki grip virüsünün 1997-2013 yılları arasındaki analizlerinde, sıcak geçen kışların gelecek sene daha ağır ve daha erken gelen grip salgınlarına sebep olduğu görülmüş.

PLOS Currents: Influenza’da yayınlanan bir araştırmada ılık geçen kışların insanların virüse daha az maruz kalmaları sebebiyle sürü bağışıklığını azaltabileceğinden bahsediliyor. Bu da virüsün gelecek sene yayılımını kolaylaştırarak salgını daha kötü hale getiriyor.

IOPscience’ta yayınlanan bir çalışmanın yazarları, sıcaklıklardaki ani dalgalanmaların insanın bağışıklık sisteminin solunum yolu enfeksiyonları ile savaşma yeteneğini bozduğunu belirtiyorlar.

Havanın sonbaharda hızlıca değişmesinin sonraki kış aylarında daha ağır grip salgınlarının ortaya çıkması ile bağlantısı olduğunu keşfetmişler ve şunu yazmışlar: “İklim modellerine göre sonbahardaki hızlı hava değişkenliği ısınan iklim nedeniyle bazı bölgelerde daha da güçlenecek ve bu da 21’inci yüzyılın ilerleyen dönemlerinde bol nüfuslu bölgelerde grip salgınlarının %20-50 artış göstermesi riskini beraberinde getiriyor.”

Küçük çocukların ve yaşlı bireylerin bağışıklık sistemleri hızlı sıcaklık değişimlerine karşı daha hassas görünüyor. Annals of the American Thoracic Society’nin doktorları Avustralya’daki çocuk zatürreesi vakalarındaki artışın sıcaklıktaki ani düşüşlerden kaynaklandığını yazıyorlar.

İyimser Bir Bakış Mümkün mü?

Değişen iklimin daha fazla virüs salgınına sebep olabileceğine dair endişeler mevcut. Ancak salgınlar daha sık hale gelseler de bilim ona karşı çözümler bulmaya çalışacak.

Son teknolojik gelişimler, bilimadamlarının teşhis kitleri ve aşı geliştirme konusunda on yıl önce düşünülemeyecek kadar hızlı hareket etmelerini sağlıyor.

Şu anda COVID-19’a karşı verilen tepki biraz yavaş gibi görünse de, bu salgın 10 yıl önce ortaya çıksaydı çok daha kötüsü yaşanırdı çünkü aşının geliştirilmesi 10-15 sene sürerdi. Şu anda bilimadamları aşının gelecek 12-18 ayda bulunabileceği umuduna sahipler.

Journal of the Royal Society Interface’te 2014 yılında yayınlanan bulaşıcı hastalık salgınlarına dair bir analizde şöyle deniliyor: “Elimizdeki veriler genel olarak salgınlarda bir artış olsa da, önleme, erken teşhis, kontrol ve tedavilerdeki küresel iyileşmeler, enfekte olan insan sayılarının azaltılmasında oldukça etkililer.”