Bir taraftan müthiş bir gelişim olan yüksek teknolojinin nimetlerinden faydalanmak diğer yandan insani özelliklerimizin yitimi bir anlamda değerler kaybı bana göre endişe vericidir. Değerler kaybını biraz daha netleştirmek gerekirse “Doğru” olarak şimdilerde empoze edilen durum ve yaklaşımların bakıldığında, gerçeklikten bağının kopmasını örnek olarak verebiliriz. Anlamak ve bilmek, öğrenmek ve araştırmak yerine, sorgusuz ve sualsiz şekilde denilenlere inanılan esasında itaat ve kabullenmenin erdem gibi gösterildiği bir anlayış içindeyiz. Bu da sevinç ve coşku yerine keder ve yetmezlik duygusunun toplumumuzda hakim olmasının sebeplerinden biridir diyebiliriz.

Spinoza der ki “Anlamaktan gelen sevinç önemli bir kavramdır” fakat anlamak için öncelikle, alınan bir veriyi yani enformasyonu, bilgiye çevirebilmek için kişinin hem zeka niteliğine hem de duygusal zekasına ihtiyaç vardır. Bu hal de bilgiden doğan hayatı anlamlandırma ve bir faydaya dönüştürme eylemine kişiyi getirir. Varoluşumuz, her şeyin dünyada birbiri ile ilintili olduğunu ispatlar, kaos teorisini burada örnek verebiliriz, “Bir kelebeğin kanat çırpması ile dünyanın bir diğer ucunda fırtına yaratmasına sebebiyet verebilir” der. Bu bağlantısallık içinde olduğumuzu en güzel şekilde anlatan bir teoridir diye düşünürüm.

Üretmek için gelişmek ve yenilenmek şarttır. Çalışkanlığın ve zekanın gereğinden fazla kutsandığı günümüzde, ki bir kısmına katılırım fakat sadece bunlar ile eksik bulurum çünkü beraberinde iyilik ve yaratıcılık yok ise insanlığa bir fayda sağlamayacağını düşünürüm. Biz Türkler kültür olarak naif, saygılı ve hoşgörülü bir kültürden geliriz. Eşyayı bile incitme diyen bir medeniyetiz. Bunun örneklerini şöyle verebiliriz, Mevleviler su içtiği bardağı öperler, döneminde tahtacılar kurumuş ağaç dallarını kesmek için ormana girdiklerinde özellikle baltalarını bez ile sararlarmış nedenine gelince genç ağaçları korkutmamak içinmiş. Bu durum da bir bilimsel araştırma esnasında ispatlandı, yalan makinası ile yapılan deneylerde açık bırakılan makinanın uzantıları bir ev çiçeğinin dallarına dokununca sabaha kadar alet veri toplamaya başladı. Sabah laboratuvara gelen bilim insanları bu yeni verileri görünce şaşırdılar çünkü çiçeklerin de duyguları olduğunu  tespit ettiler. Bunu da elektromanyetik titreşimleri okuyan alet sayesinde çiçekler de insanlar gibi korkup, sevinip ve heyecanlandığını ispatladılar.

Tüm yaşam iç içe var olmuş kodlamaların uyumudur. Her iletişim, düşünce ve anlam yaratır. Günümüzde iletişim denilince akla sosyal medya gelir. Nasıl bir devrim bu öyle değil mi? Akıllı telefonlarımız sanki en yakın arkadaş, yanından ayırmak istenmeyen sevgili veya yeni doğmuş bebek gibi sürekli temas halindeyiz. Öyle bir hal aldı ki vücudumuzun bir uzantısı gibi de diyebiliriz. Fakat ağır bir çelişki içindeyiz, sosyal medya sayfalarında gerçekten uzak, ışıltılı, renkli, görkemli ve kusursuz bir dünya yansıtılmaya çalışılması bir yandan kötümser ve karamsar dünya algısından kaçma uğraşını yansıttığını rahatlıkla görebiliriz.

Sadece internet üzerinden iletişim ile büyüyen çocuklarda birçok psikolojik ve fizyolojik rahatsızlıkların tespit edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Misal, davranışsal bağımlılık, bu durum kişinin sosyal medyada her aldığı olumlu tepkiden sonra beyninde ödüllendirme mekanizmasının çalışmasına sebebiyet verir. Ödüllendirme sırasında beyin dopamin salgılar ve bu en fazla 16 saniye sürer. Daha sonra tekrar bu hazzı hissetmek için internetten iletişime girer, internete giremediğinde kaygı duymaya başlar. Buradan anlaşılır ki yoksunluk hissiyatına giren kişi bağımlıdır.

Ayrıca çocuklarda motor gelişimin gecikmesi de söz konusu olabilir. Çünkü hayat çizgisinin temel fiziksel ve gelişimsel örüntüleri ile karakterize edilen bir gelişim evresinde çocuk, hareket ederek, oyunlar oynayarak kendisini fark ederek benlik bilincini oluşturur. Bu da aynı zamanda oyun oynarken yaratıcılığını arttırmasını ve yaşamdaki gerçekliğini inşa etmesini sağlar.

Sürekli bilgisayar ve akıllı telefon başında çocuklarda kas-iskelet sisteminin gelişememesi gibi bir risk de söz konusudur. Buna ek olarak, sürekli radyasyona maruz kaldığı için göz bozukluğu, uykusuzluk, dikkat bozukluğu, dürtüsellik, obezite gibi sorunlar baş gösterir. Zihinsel olarak da yaklaşım ve tutumların farklılaştığı yeni bir anlayış hakimdir, örneğin, sadakat ve sorumluluğu olmayan ilişkiler, ne istediğini bilmeyen, karar veremeyen tutum halindedir. Ayrıca kişiden kişiye değişen ilgi ve duyguları, karşısındaki kişiyi incittiğinin farkına varmadan davranış modelleri, empati yoksunluğu gibi durumlar da sık sık duyduğumuz şikayetlerdir. Bunlara ek olarak, sosyal medya hesapları üzerinden, abartılı duygu, hissiyat, ilişki durumu veya mahrem paylaşımlar ile beraber, edep yoksunu eleştirinin dozu kaçmış yazılan yorumlar, röntgencilik, dikizlemenin normalleştirildiği tutumlar ağırlıktadır. Bunun da ahlaksal çöküşe işaret ettiği aşikardır.

Bir yandan yapay zeka devriminin sunduğu imkanlar öte yandan insanların bir kısmının yozlaşmaya doğru yaklaştığı şuursuz gidişatı çelişkinin ağırca hissedildiği iki ucu keskin bıçak durumu gösterir ki dengelenmenin en önemli ihtiyaç haline geldiğidir. Çocuklarımızın, gençlerimizin, hepimizin  geleceği için bilgiyi yaratıcı bir biçimde kullanarak üreten, gerçekçi, zarif, duyarlı, çevresine ve diğer insanlara fayda sağlayan nesil yetiştirmeliyiz. Bunun olabilmesi için de multidisipliner anlayış ile çalışmalar yapmalıyız. Öğretmenler, psikologlar, pedagoglar, sosyologlar  ve daha birçok meslek erbaplarının beraber yapacağı projeler ile ancak bu hayali gerçekleştirebiliriz.

Konu ile ilgili sorularınız ya da paylaşacaklarınız varsa  bana,;

zeynepeylemsenkal@fransizlape.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Ayrıca hakkımda daha fazla bilgi ve diğer yazılarım için www.eylemsenkal.com

Instagram adresim; @psikologeylemsenkal

Zeynep Eylem Şenkal

Psikolog “Uzman spor psikoloğu”