Son yıllarda “Ruh eşimi arıyorum” söylemlerinin arttığını, neredeyse çevremde yakından tanıdığım ya da az tanımadığım birçok kişinin sohbetlerinde şahit oluyorum. Esasında bu eskilerin masallarda anlatılan “Beyaz atlı prens” hayalinin bir başka hali olmalıdır diye düşünüyorum. Aranan ruh eşinin tarifine gelince, eğitimli, yakışıklı, güzel, atletik yapılı, kadınsa kum saati modeli kıvrımlı vücut şekilli, zengin, görgülü, iyi ailesi olan, karizmatik, asil, iyi giyinen, bonkör, cömert, anlayışlı, centilmen, koruyucu, kollayıcı, sözünün eri, sadık, zarif, konuşkan, aynı zamanda iyi bir dinleyici, tutkulu aşık, sevgilisinin üzerine titreyen, hesap veren, fikir soran, tüm gün iletişim halinde, hediyeler alan, çiçekler gönderen, sürprizler yapan gibi vs. bu tanımı içeren kişi ile ancak ilişki yaşanabilirdi.

Bu eş arayışındaki kriterlerin neredeyse bir insanın taşıyamayacağı ölçüde ve talebinde olduğunu düşünüyorum. Bu ancak hayatı hiç deneyimlememiş, acemi bir zihnin tarifi olarak kabul edilebilir. İnsanın biyolojik (Fiziksel, hormonal, genetiksel, zihinsel) ve sosyolojik (Çevre, aile, eğitim, ekonomi) açıdan uyumlu değilse bu ilişkinin sürdürülebilir olması çok zordur.

Arayışında olduğunuz kişiye acaba siz ne kadar uyuyorsunuz, bu nedenle öncelikle tanımladığınız kişi, sizin özelliklerinizde biriyle olmak ister mi diye kendinize sormanız gerekir. O kişiyle bir denge varsa ve bu iki kişinin aynı zamanda ortak yaşamlarına dair bir anlam beraberliği oluşturabiliyorlarsa yani hikayeleri aynıysa ancak bu insanlar uzun süreli beraberlik kurabilirler.

Hayat amacı ve temposu aynı olmayan bireyler önünde sonunda ilişkilerinde başarılı olamazlar. Şöyle ki; eşlerden biri sürekli kendisini yetiştirmek, öğrenmek, keşfetmek, dünyayı gezmek, yeni lezzetler tatmak istiyor ve diğeri de durağan, evinde, hayatı fazla heyecanlı hale getirmeden, rutin, konforlu şekilde kendi alanından çıkmak istemeden hayat geçirmek isterse bu çiftin birbirlerinden beklentilerini karşılamaları zor ve birbirlerini mutsuz etmeleri doğaldır. Eş seçerken, bize benzer ve makul insanı kendimize seçmeliyiz.

Mükemmel kişiyi arama yolculuğu daha doğrusu olmayan bir kahramanın arayışı, kişinin kafasında yarattığı ideal ilişkiye ulaşma hayali hüsrana uğratır. Nedenine gelince bu kişinin hiçbir şekilde gerçek hayat deneyimi olmamasındandır. Gerçek hayatta insanların sorumlulukları, mücadeleleri, bireysel beklentileri ve amaçları vardır ve bireyin ilk önce kendisini gerçekleştirme ihtiyacı önceliğidir.

İlişki içinde sürekli talepkar, sürreal beklentiler içinde, heyecanın dorukta tutulduğu bir hal içinde olmak ancak ilişkinin ilk üç ayına kadar olabilecek bir durumdur. Çünkü ilk üç ayda kişi hormon kokteyli içinde olduğundan beynin akıl yürütme merkezi devre dışı kalır, diğer kısımları, dürtüsel, duygusal, itkisel kısımları yoğun ve etkin haldedir. Bu durumda olan insanın muhakeme yeteneği ve gözlem yeteneği en az seviyeye iner. Dolayısı ile bireyin doğru değerlendirebilme becerilerinin zayıflığının tesiri ile Yeşilçam, Hollywood ve masallarda geçen romantik “Sonsuza kadar mutlu oldular” senaryolarının ispatlandığını “Ruh eşini” bulduğunu düşünebilirler.

İlk üç aydan sonra fizyolojik bir gerçek olan hormonal seviyenin azalması ile kişi beynin ön kısmı ile düşünmeye başlar. Akıl yürütme merkezinin devreye girmesi ile karşınızdaki kişinin hareketlerine dikkat etmeye, sizin için esasında uygun mu değil mi diye tartmaya başlarsınız. Eğer küçük de olsa seks dışında ortak noktalar bulduysanız o ilişki iki sene kadar yüksek dozda çekim ile devam edebilir. Sebebine gelince ilk üç aydan sonra hormonal salınımın sırası ile adrenalin, dopaminden sonra oksitosin hormonu devreye girmiştir. Fakat iki senenin sonunda oksitosun hormonunun salınımı yani bu hormonun sağladığı tutku diye tanımladığımız duygu azalmaya başlar hatta üç seneye doğru artık karşımızdaki kişiye karşı hormonların salınımı çok çok az seviyelere iner. Bu da kişilerin birbirlerine şu tanıdık soruyu “Sen eskiden böyle değildin?” sorusunu sormalarını sağlar.

Aslında o kişi hep öyleydi ama sen daha yeni nasıl biri olduğunu görmeye başladın. İnsanların ilişkilerinin başında hormonların da etkisi ile en iyi hallerinde olurlar. En müthiş fedakarlıkları yaparlar, misal, şehir dışında uzak bir yerde olan sevgilisi için hiç uyumadan ona sürpriz yapmak için yolculuk yapıp yanına gider, sevgilisine sadece bir çiçek verir ve geri döner. Ona ne kadar aşık olduğunu bu hareketiyle gösterir. Esasında psikolojide bu hale manik hal denir. Duyguların doruk noktasına ulaştığı andır. İşin gerçeği bu durum geçicidir, bir ömür boyu aynı jestleri beklemek kişiyi hayal kırıklığına uğratır.

Diyelim ki sevgiliniz iflah olmaz bir romantik, sürekli sizi arıyor, sürprizler yapıyor, çiçekler gönderiyor, hediyeler alıyor bu kadarı bile kişinin 7/24 düşüncesinin ve eylemlerinin sizin için mesai harcamasını gerektirir ki bu insan ne zaman çalışacak, ne zaman hayata dair kendisini ve işinin sorumluluklarını yerine getirebileceğini düşünmelisiniz. Sizce bu insan için kendi işinde çalışması ve günlük ihtiyaçlarını karşılaması imkansızlaşmaz mıydı?

Çalışabilmesi için kişinin işi içinde en az sekiz saat mesai tüketmesi ki muhtemelen iş temposu sekiz saatten fazla sürecektir. Bedensel ve zihinsel yorgunluğunu hiçe sayarak, kendi zihnini boşaltmadan, arkadaşları ile buluşup rahatlamadan, sadece ilişkisine zaman harcaması ve emek vermesi, kendisini unutup, sevgilisinin isteklerini yerine getirmesi sizce mümkün müdür? Tabi ki değildir insanın cebinde ne varsa onu verir eğer mutluluk varsa mutluluk, mutsuzluk varsa mutluluk vermesini bekleyemezsiniz. Bu nedenle kişinin kendi kendisini memnun edebilmesi için ona alan tanımalı ve size kafası rahat bir şekilde gelebilmesi için izin vermelisiniz.

Gelelim her güzel duygu hissettiğimiz, etkilendiğimiz kişinin “Ruh eşi” olma ihtimaline, bu duyguyu ilk olarak veren hormon adrenalin’dir. İki tarafında tanıştıklarında birbirlerine çekilme, her dakikalarını bir arada geçirme isteği bu hormon sayesinde gerçekleşir. Esasında işin temelinde basit evrimsel gerçek vardır. Feromon hormonu kişiye çekilmeyi, hoşlanmayı sağlar, bu kokusuz ama beynin algıladığı hormon bilinçaltına, sağlıklı bebek yapabileceği sinyalini verir. Bu nedenle de kişi, biyolojik bir çekimle ilişkiye başlar. Fakat bu bilimsel gerçek yerine daha ulvi bir anlam ile buluşturup şekillendiğinde insana hoş gelir. Dolayısıyla sevgilinizin sadece sizin için yaratılmış olma düşüncesi daha bu senaryolar içinde tercih edilendir.

Algı ile yaşayan insan, dünyasını resmettiği şekliyle yapılandırmak ister. Bu güzeldir pek tabi ama hayatın gerçeklerini hesaba katmanızı engelleyen bir durumdur. Her karşınıza çıkan kişiye “Galiba bu benim ruh eşim” demek kendinize ve karşınızdaki kişiye yapacağınız en büyük haksızlıktır. Kişilerin “Ruh eşi” tanımını yapabilmeleri ve bu durumu fark edebilmeleri için beraber uzun yılların geçmesi gerekir, hormonal etkilerin kalmadığı fakat yıllar içinde birbirini destekleyen, birbirinden keyif alan, karşılıklı konuşan, dinleyen ve gülebilen insanlar haline gelenler, daha yüksek bir aşk seviyesine çıkarlar işte o zaman o kişi için benim “Ruh eşim diyebilirsiniz.

Zeynep Eylem ŞENKAL

Spor Psikoloğu

www.eylemsenkal.com