Böyle bir başlık görünce şaşırdınız ve yazıya tıkladınız değil mi?  demek ki ilginizi çektim, harika!  Hep anlatmak istediğim başka bir konu –  kendini sevmek ..K endini sevmek, halihazırda yıllardır Eric Fromm gibi kıymetli psikolog, yazar, Sanatçı  ve davranış bilimcilerin üstüne düştüğü bir konu. Kendini Sev artık bir slogan, Coca Cola reklamından tut   çok yazanlar arasında giren tim kitaplar kişisel gelişim kategorisi böyle kitaplarla dolu.. Reality şov yıldızlarından kendini guru atfeden kişilere kadar herkes onun hakkında konuşuyor! Genelde olay şu şekilde: Önce kendini sev. Kendini sevmeden başkalarını sevemezsin. Bu kendini sevmek ilginç bir kavram.

Peki,  dünyayı kasıp kavuran bu öğretinin doğruluğu nedir? Bir şeyin popüler olması, onun doğru olduğu ya da hayat için olumlu bir şey olduğunu göstermez. Tarihte bunun bize tersini gösteren yeterince örnek var. Ancak insanın, herkesten önce kendini sevmesi gerektiğine dair tüm dünya fikir birliğine varmış gibi görünüyor.

Merak ediyorum; ebeveynlerimiz ve büyükanne ile büyükbabalarımız da bu kavramı benimsemiş miydi, hatta bu fikirleri tartışmak için hayatta olur muyduk… Sevgi, herkesin üzerinde bir şeyler söyleyebileceği bir duygudur. Dünyada daha önce yaşamış pek çok insan sevgiyi, farklı şekillerde tanımlamaya çalışmıştır.

Sevgiye ya da aşka bilimsel bir açıdan bakarsak onun, beynimizdeki kimyasal bir denge olduğu görürüz. O kadar da romantik sayılmaz, değil mi? Öyle ki “#love”, Instagram’da 1 milyarı aşkın kez etiketlenmiş olan ve en çok kullanılan hashtag olarak karşımıza çıkıyor. Görünen o ki aşk, zamanımızın çoğunu ele geçiren bir şey.

“Seveceksin, ama bağımsız olacaksın. O halde neden sevmek istiyorsun? Birini kendinin, hayatının bir parçası yapmak için sevmek istersin.” Sadhguru

Sevmeyi kendi başımıza öğrenmemiz gerektiği düşüncesini nereden edindik? Aşk, ortada sevilecek birinin olduğu anlamına gelmez mi? Hayvanları, arkadaşlarımızı, eşimizi sevmek, kendimizi sevmeden de sevebileceğimizin kanıtı değil midir?

O halde uzmanlar tarafından neden başkalarını sevmeden önce kendimizi sevmeyi öğrenmemiz gerektiği söylenmeye başlandı? Sizce Rahibe Teresa kendini seviyor muydu, bu yüzden mi hayatta daha az şansa sahip olan insanlara yardım etmek için bu kadar çok şey yaptı? Ya da belki ait olma ve sevgisini paylaşmasına yardımcı olacak bir şeyin parçası olma özlemi vardı, yaptığı her şeyi bu nedenle yaptı? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.

Kaçımız kendimizi sevmek adına daha bencil hale geldik? Kaçımız, “kendimiz üzerine yoğunlaşmak” istediğimiz için ilişkileri sonlandırdık? Olduğumuz şekilde yeterli olmadığımız ve bir ilişkinin parçası olmamızın daha iyi olduğu fikrini sağlamlaştırmıyor muyduk? Kaçımız, “Sevmek ve başkaları tarafından sevilmek için önce kendimi sevmeyi öğrenmem gerekiyor” tarzı şeyler söylemiştir?

Önceki cümleyi tekrar okuyun. Bir şeylerin yanlış olduğunu hissetmiyor musunuz? Sanki bir şeyler eksik. Sevmek ve sevilmek için kendinizi sevmeniz gerektiği garip görünmüyor mu?

Bu, kendinizi tamamen sevene kadar (bu hiçbir zaman gerçekleşmez, insanlar olarak derin bir yetersizlik hissine sahibiz) başka birini sevemeyeceğimiz ve sevilemeyeceğimiz anlamına mı geliyor! Bu ne kadar da korkunç! Kim böyle bir dünyada yaşamak ister. Ve ayrıca kendini sevmek nasıl bir şey? Başka birinin sevgisi, kendi kalbinize giden yolu göstermez mi? Başka birinin sevgisi, korunmayı sağlayan ego engellerini yıkarak daha fazla sıcaklığın içeri girmesine izin vermez mi?

Batı kültürü, bireycilik konusunda biraz takıntılı ve görünüşe göre Doğu kültürü de aynısını yapıyor. Benlik ile ilgili şeyler, son birkaç yıldır patlama yaptı: Kendini sevme, kendini kabul etme, öz bakım, kendi kendine yetiştirme… Kendimizi her zamankinden daha fazla tüketiyor olabilir miyiz? Yoksa bu, en yakın arkadaşı ego tarafından desteklenen ayrılık illüzyonu mu?

Kendini sevmek, iyilik durumunu devam ettirir gibi görünen ve daha fazla güzellik ürünü satmak için bir pazarlama aracı haline mi geldi? Selfie çektiğimizde bu, dünyaya gerçek benliğimizi mi yoksa nasıl görünmek istediğimizin bir versiyonunu mu gösteriyor? Kendimi çok seviyorum yaaa

Benlik, bireysel kimliklerimizi oluşturan ve tanımlanmış sınırları olan ayrı bir kimlik olarak görülme eğilimindedir. Ancak benlik aynı zamanda diğer insanlarla ve genel olarak dünyayla olan kozmik dansın bir parçasıdır. Kendimizi, kendi başımıza sevmeyi nasıl öğrenebiliriz? Ve bu mümkün olabilir mi? Bu klasik bir tavuk mu yoksa yumurta mı durumudur.

İnsanların kafası karışık. Kendini sevmek ise kafa karıştırıcı. O halde kafa karıştırıcı olan bir şey gerçekten de doğal olabilir mi? Kendimizi sevmemize çok fazla odaklanmamız sağlıklı bir şey mi? Zamanımızın çoğunu sadece kendimizi düşünerek harcamamız sağlıklı mı? Evrimimizde, kendi küçük benliğimize odaklanarak içimizdeki sevgiyi geliştirseydik bugün burada olmazdık.

Kendini sevmek, zararlı ve ilişkileri koparan bir eğilim haline geldi. Etrafta ne kadar çok kendini sevme durumu görsem dünyada tanık olduğum aşk da o kadar azalır. Yalnız başınıza zaman geçirmek, yemek yaparak ya da erken uyuyarak kendinize bakmanız tabi ki muhteşem bir şeydir; ancak buna kendine bakmak denir, kendini sevmek değil.

Tıpkı kendi kendini yetiştirme fikri gibi! Hangimiz gerçekçi bir şekilde bir şeyi tek başına başardığını söyleyebilir? Yoksa yine mi ego en iyi arkadaşımız kılığına giriyor?

Yazarlara bakın; bir kitap yazdıklarında birilerine teşekkür ederler. Neden? Çünkü başkaları olmadan bu sanat eserini yaratamazlardı. Filmlerin sonundaki jeneriğe bakın; sette yönetmene su getiren kişilere kadar yüzlerce isim vardır. Stand-up komedilerine ya da bu alandaki başka bir yıldıza bakın. Her ne kadar sahnede tek başına görünseler de onlar olmadan sahnede olamayacakları bir ekipleri vardır. Bu durum bizim için de geçerlidir.

Ekibimiz olmadan hayatın sahnesinde olamazdık. Hepimiz başkalarına bağımlıyız ve pek çoğumuzun her şeyi kendi başımıza yapmamız (kendini sevmek gibi) gerektiğine inanmakla kafası karışıyor.

Bir ada olduğumuz söylenerek bize bir bağımsızlık rüyası satılıyor. Ancak nasıl doğduğumuz ya da hayatımızın ilk birkaç yılını yaşama şeklimiz bunun tam aksini gösteriyor. Bağımlılık üzerine yapılan tüm çalışmalar bağımlılığı, bağlantı eksikliği ile ilişkilendiriyor.

Anne rahminde 9 ay geçirirken yalnız değildik. Aslında başka hiç kimseyle bu kadar yakın olamazdık; tam anlamıyla annelerimizin içindeydik. Sonrasında ise annemizden ayrı olduğumuzun farkına bile varmadık. İnsanlar, çocukluk döneminde bakıma en çok ihtiyaç duyan memelilerdir.

Bizler doğmak icin bile bir başkasına ihtiyaç duyan yegane türüz dünya üstünde, Bu olmadan hayatta kalamazdık. Prematüre bebeklere bakın; başka bir insanla ten teması halinde daha sağlıklı hale geliyorlar. Açıkça görülüyor ki onlar, sevgiyi bizden daha iyi anlıyorlar. Bizler kayboluyoruz.

Her şeyi daha karmaşık hale getirerek, daha gelişmiş hissetmeye çalışarak zihnimizde sıkışıp kalıyoruz. Ve bunu yaparken sadece yaşamak yerine hayatımıza daha çok ayrılık ekliyor ve hayatımızı nasıl yaşadığımıza dair etiketler ve kavramlar ekliyoruz. Mükemmelliği hedeflemeye çalışıyoruz ama bu oldukça saçma. Sanki hayatı daha karmaşık hale getirmekten hoşlanıyoruz gibi; çünkü basitçe var olma ihtimalini kavrayamıyoruz. Basitlik, zekanın gerçek bir işaretidir.

Hepimiz birine bağlıyız; olmadığımızı düşünmek saçmadır ve topluluklara zarar verir. Çiftçilerimiz olmadan özümüze inmeye çalışırsak yiyeceğimiz olmaz. Bu, hepimizin birisine bağlı olduğumuzun bir kanıtıdır ve tamamen normaldir. Bunun, böyle olması gerekir.

Kendi başımıza, küçük kutuların içerisinde yaşamamız gerekmiyor. Bundan acı çekeriz. Bu yüzden depresif oluruz. Topluluklar içerisinde, başkalarıyla etkileşim kurarak gelişiriz. Hayatı gerçekten anlamamızın tek yolu budur; başkaları aracılığıyla bunu yaparız. Başkaları olmadan anlayış için bir yansıma bulunmaz. Benim “benliğim”, sadece başkaları olduğunda var olur.

Kendini sevmek, insanların ürettiği bir kavramdır. Ve bu yalnızlığa dayanabilmek veya bağımsız olabilmekle ilgili değil, daha çok eksikliğimizin farkına varmak ve bunu kabullenmekle ilgilidir. Kendini sevmek, kendimizi sevilebilir hissetmediğimizde bile başkalarının bizi sevmesine izin vermekle ilgilidir.

bakınız çok  sevdiğim üstat Sadghuru, bu durumu nasıl  ifade ediyor:

“Amerika’da insanlar, Tanrı’ya inandıklarını söylerlerdi. Şimdi ise kendine inandıklarını söylüyorlar. Birine, seni seviyorum derlerdi; şimdilerde ise kendimi seviyorum demeye başladılar. Sevmek, inanmak ve saygı duymak, iki kişi gerektirir. Kendi içinizde iki kişi olduysanız o halde deliliğe doğru ilerliyorsunuz demektir. Eğer gerçekten iki kişi haline geldiyseniz o halde şizofrensiniz diyebiliriz, değil mi? Bu kendine saygı duyma işini bırakmalıyız; çünkü bu, her türlü beklentiye yol açar. Büyük bir adam olduğumu düşünüyor ve kendime saygı duyuyorsam, sizin de bana bu şekilde davranmanızı beklerim. Bunu yapmazsanız darılır ve kızarım. Kendime saygı duymama gerek yok. Ancak birine saygı duymam, onların nitelikleri yüzünden gerçekleşmeyebilir. Bu, kendi niteliğim nedeniyle başkasına saygı duyduğum anlamına gelir. Kendime saygı duyuyorum, kendimi seviyorum, kendime inanıyorum, kendimi seviyorum; bunların hepsi anlamsızdır.”

 

Varolduğun icin kıymetlisin. Sen olduğun icin sevilensin. Ve bence  bu her şeyden önemli tek şey..

Sevgiyle

Ayşe