Ego derken bireyin kişiliğinden ya da egonun kendini önemseme, öz saygı, kibir ya da ben merkezli olmaya dair tanımlarından bahsetmiyorum. Bu terimi özellikle yoğun duyguların ve inançların, bize zihinsel ve duygusal olarak baskı uyguladığı yer olan, davranışlarımızda ve öz imgemizde gerçek benliğimizin doğal ifadesiyle çelişen ve ahenksiz olan bir çarpıklığa yol açan bir kompleksi ifade etmek için kullanıyorum.

Kendimizdeki bu yön için gölge benlik ya da sahte benlik gibi başka isimlendirmeler de duydum. Ben buna kısaca ego diyorum; ego, davranışımızın ve içimizdeki inancın gerçek doğamızla çelişen yönleridir. Kendimizin bu diğer yönüne spiritüel doğamız, gerçek benliğimiz, hakiki benliğimiz, en yüksek potansiyelimiz ya da bazı durumlarda yüksek benliğimiz gibi isimler verebiliriz. Bunların hepsi, egoyu olduğumuz kişiden ayırmak için kullandığım terimlerdir ve hepsi de benim için oldukça benzer anlamlara sahiptir.

Ego nedir?

Her birimiz, alışkanlıklar ve davranışların bileşimi, karakter nitelikleri, kişilik özellikleri, koşullandırılmış duygusal tepkiler, yetenek ve beceriler, hem öğrenilmiş olan ya da hem de içgüdüsel olan düşünme, hissetme ve nihayetinde algılama ve günlük yaşamlarımızda dünya ile ilişki kurma tarafından belirleniriz. Her birimiz, bu özellikler ile niteliklere, olduğumuz kişinin benzersiz ifadesinin doğasını ve niteliğini doğrudan tanımlayan, eşsiz ve inanılmaz derecede karmaşık bir düzen, denge ve sentez ile sahibiz. Ancak bunlar kim olduğumuzu değil, sadece kim olduğumuzun ifadesinin doğasını ve niteliğini tanımlar.

Bizler, bu parçaların toplamı değiliz. Pek çok disiplin ve eğitim aracılığıyla ulaştığım şey, doğduğumuzda eşsiz ve gelişmiş varlıklar olduğumuz oldu. Boş sayfalar halinde doğmadık. Meditasyon gibi içsel sessizlik ve saf farkındalık olarak kendimizi gözlemlememizi sağlayan içsel ve içe dönük pratiklerle kendimizi keşfedip disipline ettiğimiz zaman olan şey şaşırtıcıdır ve tamamen beklenmediktir: Varlığı, kimliği ve kendimizin, orada olduklarını bilmediğimiz parçalarını keşfederiz. Bu ‘kimlik’, keşfettiğimiz bu varlık, yaşam deneyimlerimiz tarafından şekillendirilmedi. Tam aksine yaşam deneyimlerimiz, bir dereceye kadar gerçek benliğimizi kapatan maskeyi şekillendirmiş ve oluşturmuştur. Ve kendimizin bu parçasını, katmanları yavaş yavaş soyarak, sahte kimliklerimizi yırtıp atarak ve bu varlığın bütünlüğünü ve ihtişamını açığa çıkaran kısıtlı öz imgemizi keşfediyoruz. Ben bu maskeye ego diyorum.

Bunun anlamı, hayat deneyimlerimizi bizi şekillendirmediği ve tanımlamadığı değildir; çünkü bunu yaparlar. Hayat deneyimlerim bana çok şey öğretti ve amaç duygumu ve hayatımın işleyişini sağlamlaştırdı; çünkü gördüklerim ve içsel doğamın benden ihtiyaç duyduğu şeyler var. Yine da hayat deneyimlerimin hiçbiri tutkularımı, eğilimlerimi, yeteneklerimi ya da doğal üsluplarımı ve sanatımı tanımlamadı; çünkü bunlar bana özgüdür ve onları kendimle birlikte, yaşamdan yaşama geliştirdim.

Deneyimlerim, bana kim olduğuma dair bazı kısımları ölçülü hale getirmemi sağlayan, başkalarına ilişkin algımı ve ifademi çarpıtan bilgiyi, anlayışı ve zorlukları verdi; ancak aynı zamanda bana ihtiyaç duyduğum şekillerde değişmeyi ve gelişmeyi öğretti. Başarılarımız veya başarısızlıklarımızdan, sınırlarımız ya da güçlü yönlerimizden, acılarımız ya da sevinçlerimizden, hayallerimiz ve arzularımızdan ve dini inanışımızdan, siyasi görüşümüzden, nerede doğduğumuzdan, atalarımızın nereden geldiğinden, tarih sınavında hangi not aldığımızdan, cinsel yönelimimizden ya da cinsel kimliğimizden bağımsız olarak, tüm bu yüzeysel sınıflandırıcılardan, niteleyicilerden ve tanımlayıcılardan farklı olan ve onlar tarafından belirlenmeyen varlıklarız.

Tüm bunların hepsi dışsal ve geçicidir ve bazı durumlarda, insanların kendilerini sık sık sınıflandırdığı kimlik duygusundan türettikleri, öğrenilmiş şeylerdir. Yine de bunlar hayatımız boyunca inşa ettiğimiz ve iki şeyi gerçekleştiren düşünme, duygu ve davranış kalıplarıdır: Bunlar, gerçekte olduğumuz kişiyi geliştirir, açığa çıkarır, ifade eder ve böylece özgürleştirir ya da kendimizi yanlış bir şekilde kimliklendirmemize ve tanımlamamıza, gerçek doğamızın ifadesinin bastırılmasına, çarpıtılmasına ve maskelenmesine yol açarlar. Yine de her iki durumda da bunlar, özünde olduğumuz kişi değillerdir. Bu nedenle kim olduğumuzun gerçek ifadesini bastıran ve maskeleyen kalıplar, inançlar ve davranışlar egodur.

Bizler, yaşamlarımız boyunca inşa edilen tüm bu katmanların altındaki varlıklarız ve her birimiz, olduğumuzu düşündüğümüz şeyden çok daha fazlasıyız. Bu yüzeysel tuzakların altında bizden bir parçamızı ve egoyu anlamak ve ayırt edebilmek, içsel, sınırsız, spiritüel doğamızın daha derin bir ifadesine odaklanmayı, onu keşfetmeyi ve geliştirmeyi seçmeye doğru atılan ilk adımdır. Tamamlanmaya giden tek yol budur; çünkü tamamlanma, ne olduğumuzu ifade etmemizin sonucudur. Ancak o zaman doğamız tatmin olacaktır.

Egonun doğuşu

Hayatımızın başlangıcından beri bilgiyi özümsemekteyiz. Bilgiyi, kelimeleri, cümleleri, konuşma kalıplarını, alışkanlıkları, inançları, kültürel özellikleri, gelenekleri, konuşma becerilerini, sosyal taktikleri, kökleşmiş sosyal hiyerarşi fikirlerini ve bunları izleyen davranışları, kültürel ve ırksal önyargıları, duygu kalıplarını ve duygusal tepkileri, hareketleri ve beden dilini özümsemekteyiz. Bunların hepsi ebeveynlerimizin, kardeşlerimizin, yakın arkadaşlarımızın, öğretmenlerimizin, kültürümüzün değerlerini, televizyonda gördüğümüz insanları, gerçekten hayran olduğumuz ve/veya birlikte çok zaman geçirdiğimiz herkesi yansıtır; bunların hepsini çok az bilinçli düşünceyle ya da böyle yaptığımızı kabul etmeyle yaparız. Hayatımız boyunca özümsediğimiz, içselleştirdiğimiz ve birleştirdiğimiz her şeyi, yaşamımız boyunca dünyayı nasıl gördüğümüzle ve davranış ve duygu kalıplarıyla, başkalarıyla ve dünyayla etkileşim süreçleriyle gerçekleştirdik.

Ego, bu şekilde doğdu. Egonun, bazı açılardan tüm bu bilgilerin birleşmesi olduğunu ve deneyimlerimizin inançlarımızı, öz imgemizi ve davranışlarımızı değiştirdiğini söyleyebilirsiniz. Ama bu bizim gerçek kimliğimiz ya da gerçek benliğimiz değildir. Çilenin, acının ve başarısızlığın travması, ‘kişiliğimizi’ ve öz imgemizi, başarılarımız ve zaferlerimiz kadar etkilemiştir. Bu nedenle egomuz, bu acıya ve ıstıraba bir tepki olarak ve bizi ondan korumaya yönelik olarak oluşabilir; ancak bu acıya tepki olarak doğal davranışımızı bastırmanın ve öğrenilmiş davranışların verdiği zararla oluşabilir.

Herkesin, hayatlarında davranışlarını bozacak kadar yoğun duygusal ve zihinsel acıya neden olmuş olan deneyimleri vardır; bu sayede gelecekte böyle durumlardan kaçınabilir, yani bu acıdan kurtulabiliriz. Bununla birlikte, bu acı kendimizin doğal ve gerçek ifadesini maskelediği için bundan kaçınarak, sadece kendimizi bastırmayı devam ettiriyor ve aynı zamanda ıstırabımızı sürdürüyoruz.

Her birimiz, kendimizi o kadar derin seviyelerde ve o kadar uzun zamandır eğmeyi ve bastırmayı öğrendik ki artık bu alanları görmek çok zor; çünkü bu acı ile bastırma davranışı, bunca yıldan sonra bize doğal geliyor. Çoğumuz bunun farkında değiliz; başarılı olsak, zengin olsak bile bu yüzden ciddi şekilde acı çekiyoruz. Hepimiz bunu bir dereceye kadar deneyimliyoruz ve bu sorunları bir dereceye kadar çözen bireyleri belli eden şeyler zenginlik, güç, başarı ya da tanınma değil; mutluluk, huzur, tatmin ve memnuniyettir.

Bu davranışları bilinçli olarak çözmenin tek yolu, kendimizle zihinsel, duygusal, fiziksel ve spiritüel yakınlığı geliştiren meditasyon ve yoga gibi pratiklerle uğraşmaktır; bunları yapmak, zamanla bizi derinlere götürür, bu tıkanıklıklar büyük bir rahatlamaya kavuşur ve böylece ortaya çıkarlar. Bu derinliklere doğru ilerlediğimiz zaman bunlar, gerçek doğamızın ışığında ortaya çıkarlar; yeni duygu tarzları ve duygu seviyeleri, yeni düşünme yolları, kendimizi ifade etmenin yeni yolları, yeteneklerimiz ve becerilerimiz, gerçek doğamızdır ve bunlar, egonun öğrenilmiş davranışsal kalıplarının tam tersidir. Varlığımızın yeni bir yönünün keşfi, egomuzun çarpıtılmasını kesin bir rahatlamaya kavuşturur ve ardından, bir sonraki bağlılığımız ve seçimimiz, kendimizin bu daha güçlü ve gerçekten özgürleşmiş kısmına etki eder, zamanla bunları salıverdiğimiz ve bu sayede öğrenilmiş baskılama davranışlarımızı ve egoyu çözen bir döngüde devam eder.. Özellikle acıyla yüzleşmeliyiz ki içindeki ışığı bulabilelim ve acıyı serbest bırakmak için ışığı ortaya çıkarıp arttırabilelim.

Kendimizi bu şekilde bastırmamız nedeniyle belli olumsuz davranışlarla sonuçlanan duygu ve enerji birikiminin yarattığı baskıyı hafifletmeye yönelik davranışlar geliştiririz. Buna en genel örnek, her şekliyle bağımlılıktır; genelde burada sorunun, gerçek doğayı bastırmakta olan ve sadece madde veya bağımlılık yapıcı davranışlarla geçici olarak hafifletilebilen güçlü, acı verici duygu ve davranışlarda değil, bağımlılığın kendisinde olduğu düşünülür. Bu sorunların, kendilerini sağlıklı, dengeli ve harikulade bir ifadeye götürmekte olan kendini keşfetme yoluna dayanmanın tam merkezinde, sorunları derinlemesine çözen gerçek pratikler ve tekniklerle doğru bir şekilde ele alındığına inanmıyorum. Bir birey için bu acıyı hafifletmenin en iyi yolu, içerisinde taşıdığı sınırlı, kırılmış ve değersiz olan öz imgesini, gerçekte olduğu kişinin harikuladeliğine dair gerçek bir deneyimle parçalamasıdır.

Deneyimlerimiz, özümsediğimiz bilgi ve özelliklerle birlikte davranışımızı çok yönde etkiler. Bu, yeni şeyler öğrenirken kaygı ve öfkeyle dolup dolmadığımızdan sakin, kendinden emin ve sabırlı olup olmadığımıza kadar değişir. Bu davranışlar aynı zamanda değişime, zorluklara, ilişkilere, savunmasız olmaya, dürüst olmaya, diğer insanlarla samimi ve açık olmaya, yenilgiye, başarısızlığa, korkuya, kayıplara, acıya ve zorlukların, saflığın ve basitliğin tüm biçimlerine nasıl tepki verdiğimize kadar her şeyi etkiler.

Deneyimlerimiz ve bu deneyimlerden elde ettiğimiz öz imgemiz, her düzeydeki davranışlarımızı ve duygularımızı etkiler. Ancak bu şeylerin her biri nasıl olduğumuzu ve kendimizi gerçekten güçlü ama belirgin olmayan şekillerde nasıl ifade ettiğimizi etkilerken (ki bu inanılmaz derecede zararlı veya özgürleştirici olabilir) tüm bunlar, gerçek benliğimiz ve doğal olarak nasıl olduğumuzla uyumlu olabilir de olmayabilir de, Yine de tüm bu bilgiler, kimliğimizi, öz imgemizi ve egomuzu algılamamızın şekillenmesinde büyük bir etkiye sahiptir.

Bununla birlikte, öz imgelerimiz ve egolarımız, doğaları gereği sınırlıdır ve gerçekte kim olduğumuza dair yanlış sunumları vardır. Tüm bu bir yaşam değerindeki bilgiler aklımızı karıştırırken değil dünyayı, kim olduğumuza dair net ve doğru bir algı elde etmek imkansızdır. Öğrendiğimiz her şey, bize öğretilen, söylenen, kendimize ve dünyaya dair inanmamız gereken her şey nereden geldi? Bu bilgiler, her şeye dair algımızı karıştırır ve bozar. Bu, egonun doğuşuydu; egonun doğuşu, gözlerimizi açtığımız andan itibaren gerçekleşmeye başlar. Çünkü her şeyi kabul ettik ve etmeye devam ediyoruz.

Bu, iyi ya da kötü bir şey değildir; basitçe insanların nasıl öğrendiğini gösterir. İnsanların bilgiyi özümseme becerisinde yanlış bir şey yoktur; çünkü bu gerçekten inanılmazdır ve herhangi bir ortama uyum sağlama, hayatta kalma, öğrenme, büyüme ve evrimleşme konusundaki üstün yeteneğimizin altında yatan en büyük gücümüzdür. Bu, kişi tarafından entelektüel, yaratıcı, profesyonel olarak ve hayatının her alanında büyük şeyler elde etmek için kullanılabilecek bir insan özelliğidir.

Ancak, bu konuda bir seçeneğimiz olduğunu anlamamız önemlidir; bu da bizi insan türü olarak ayıran şeydir. Doğanın bir parçasıyız, ancak kendimizi ve yaşamlarımızı değiştirmek için bilinçli olarak gelişme yeteneğine sahibiz. İçimize bakmayı seçebilir ve bir travmadan ya da toplumun ya da ebeveynlerin programlamasından doğan hatalı davranış ve düşüncenin (ego) ve Tin’in ne olduğunu, gerçek benliğimizin ne olduğunu çözebiliriz. Buradan ise olduğumuzu keşfettiğimiz kişiyi daha doğru bir şekilde temsil etmek için kendi davranışımızı nasıl değiştireceğimize bilinçli olarak karar verebiliriz. Gençliğimizde ve hayatımızda içselleştirdiğimiz, hayatımıza ve kendimize zarar veren davranışlardan bilinçsiz bir şekilde rahatsız olmamıza gerek yoktur.

Ruhu, egodan kurtarmak: Kişiliğimizin altı

Kolektif olarak bir dereceye kadar, iyi veya kötü kim olduğumuza ve artık güçlü yanlarımıza, zayıflıklarımıza ve artık sabit olan ve değiştirilemeyen bir kişiliğe sahip olduğumuza dair dile getirilmeyen belli bir algıya ya da inanca sahip olduğumuzu hissediyorum.

Bu, kim ve ne olduğumuza dair büyük bir anlayışa sahip olduğumuz şeklindeki hatalı varsayımdan çıkarılan yanlış bir sonuçtur; çünkü bunu gerçekten bilmiyoruz. Yıllarca kendisini acı, sıkıntı ve kendisiyle yüzleşmek, doğalarının gizemlerini çözmek ve gerçek benliklerini, egonun sınırlarından çıkarmak için disipline etmiş olanlarımız, şimdi kendimiz için her zamankinden daha çok gizemli olduğumuzu doğrulayacaktır; ama bu özel gizemin güzelliği, potansiyeli, neşesi ve harikasından her gün coşku duyacaklardır.

Kendimizle olan ilişkimizin ve gerçek yeteneklerimiz, becerilerimiz, sesimiz, kendini ifade etmemiz ve doğamız hakkında bildiklerimizin en azından potansiyel olarak yetersiz kaldığını kabul etmemiz önemlidir; çünkü ne olursa olsun doğal benliğimiz, toplumumuz ve onun sistemlerinin (eğitim gibi) doğası gereği doğal kısmen veya hiç kullanmadığımız bir kastır.

Durum böyle olsa bile, tüm sürecin kendisi, gerçekte kim olduğumuzu daha iyi temsil etmek için egonun ömür boyu iyileştirilmesidir; bunun kendisi hareket halindeki bir hedeftir, çünkü anlayışımız her zaman daha fazla öğrendikçe, keşfettikçe ve anladıkça gelişir. Spiritüel (ve kişisel) gelişimin, ustalığın ve evrimin tüm süreci, hayatlarımızda kim olduğumuzun daha derin, daha gerçek ve daha eksiksiz bir ifadesini gerçekleştirip özgürleştirebilmemiz için egomuzun bu sürekli iyileştirilme süreci üzerine kuruludur.

Düşüncelerimizin, alışkanlıklarımızın ve davranışlarımızın doğasını değiştirdikçe, onları “olduğumuz kişiyi değiştirmek” için değil, olduğumuz kişiyi daha iyi ifade etmek için değiştiririz. İçimizdeki ego, sınırlayıcı davranışlarımızın ve inançlarımızın bir kompleksidir ve bunların tümü, bazı yönlerden yanlış, eksik ve sınırlayıcı olan bir öz imge sonuçlanır. Bu nedenle egomuz, doğal benliğimizi özgürleştirmek ve gerçekte olduğumuz kişinin ifadesinin engellenmemesi için değiştirmemiz gereken tüm şeyler olarak tanımlanabilir. Ancak yine de kendimizi sınırlı öz imgemizden bir ölçüde özgürleştirdiğimizde bile hala egomuz, o sınırlı kimliğimiz vardır; çünkü tüm aşamalarda, gerçek potansiyelimiz hakkındaki farkındalığımız arttıkça ve değiştikçe yaptığımız ve olduğumuz her şeyde en yüksek doğamızı, gerçek benliğimizi ve ruhumuzu daha eksiksiz ifade etmek için kendimizi geliştirmenin yollarını keşfetmeye devam edeceğiz.

Kısacası kendimiz hakkında bilmediğimiz ve anlamadığımız çok şey ve keşfedilecek çok daha fazla şey var. Gerçekte kim olduğumuzun küçücük, sınırlı, çirkin, çarpıtılmış ve saf olmayan bölümünü sürdüren bir öz imgenin vücut bulduğu yer egomuzdur. Yine de yoldaki her aşama, çilemizden biraz daha fazlasını açığa çıkarır ve ilahi doğamızı kapamak için egomuzu doğuran kendine güvenmemeye izin verdiğimiz, gerçek gücü, güzelliği ve insanın gizemini yavaş yavaş açığa çıkaran iyileştirme alanımızdır. Ne olduğumuzu tam olarak bilmiyoruz. Asla bilemeyiz. Ama sonsuz doğamızın yaşamdan yaşama süren bu keşif ve ifade yolculuğunda, bizi cesaretlendirecek olan yolu bilinçli olarak seçebiliriz.

“Hayat, [Evrensel Farkındalık], hareket halindedir. Ve yalnızca insanoğlunun, herhangi bir müdahale olmaksızın doğal bir şekilde mükemmelliğini her yerde ifade edecek olan, hayatın o mükemmel özünün saf akışını sürekli olarak kesintiye uğrattığı, uygulamalı düşünce ve duygu anlayışının olmamasından geçer.” St. Germain