Aşk, insanlık tarihi kadar eski geçmişiyle kadın, erkek, genç, yaşlı herkesin hayatında en az bir kere ki genellikle birkaç kere kapısını çalan sihirli bir duygudur. Aşka dair söylenen sözler, yazılan şiirler, romanlar, şarkılar, edilen dualar ve kalpten geçen tüm dilekler neredeyse her aşığın bam teline basıyor. Kim, kime, neye göre ve nasıl aşık oluyor bilinmez. Ancak aşık olmanın hayatımızdaki dayanılmaz güzelliği de tartışılmaz.

Aşk öylesine hayatımızda ki, kimimiz çok kolay, kimimiz 40 yılda bir aşık oluyoruz. Ama aşk kapıya gelip dayandı mı da her birimizin aşk acısı birbirinden daha yakıcı oluyor. Aşık olunca sergilenen davranışlar, yaşanan ruh hali herkeste çok değişken iken, aşk acısı yaşarken verilen tepkiler, içine girilen ruh hali aslında fazlasıyla benzer oluyor. Zira derin bir depresyon hali, hayattan bezmiş, bıkmış bir görüntü, nadiren de olsa her an kendisine ya da aşık olduğu kişiye zarar verebilecek boyuta ulaşan bir öfke ve kontrolsüz şiddet eğilimi aşk acısının getirdikleri olabiliyor.

Aşk acısını kim nasıl çeker, ne kadar büyük bir yokluk içine girer, en çok aşık olanlar, en çok acıyı mı çeker gibi sorular bir kenarda dursun. Aşık olan ve sonrasında aşk acısı çeken kişilerde yaşananların, tepkilerin kadın ya da erkek olmakla ilgisi var mı, yok mu o da merak ediliyor. Nasıl yani kadınlar ayrı aşık olur, erkekler ayrı mı, yoksa kadınlar aşk acısını fazla çeker, erkekler az mı ya da tam tersi mi?

Aşk acısı cinsiyete göre değişir mi?

Gerçekten güzel bir soru: aşk acısının şiddeti, yaşanma biçimi ve cinsiyet arasında bir bağlantı var mı? En çok inanılan, bilinen açıdan bakarsak; kızlar, aşk acısı çekerken kendinden ve hayattan kopar, neredeyse intihara meyilli olacak hale gelir. Erkeklerse aşk acısını “çivi, çiviyi söker” mantığıyla yeni kızlarla tanışarak, arkadaşlarıyla barda, diskoda eğlenerek ya da en fazla içerek atlatmaya çalışırlar. En azından toplumun aşk acısının yaşanma biçimlerine dair sahip olduğu genel kanı budur. Peki, gerçekten de öyle mi? Yani bu kozları yatak döşek ağlatan, hayattan soğutan aşk acısı, erkekleri daha fazla sosyal ve dışa dönük hale mi getiriyor? Şöyle bir mantıklı düşününce buna inanasım gelmiyor. Sonuçta erkek de olsa, kadın da olsa hayatında çok önemli bir yere koyduğu, belki de gelecek planları yaptığı kişiyi kaybediyor, nasıl da fazla etkilenmez ki?

Erkeklerde aşk acısı

Nedeni bilinmez, ancak erkekler aşk acısından kadınlardan daha fazla etkilenir. Bunu ben değil, bunu bilim insanları, psikologlar, psikiyatristler söylüyor. Hal böyle iken neden erkekler aşk acısı yaşamazmış sanılır bunu da tam olarak bilen yok. Bazılarına göre ise bu sorunun cevabı çok basittir. Zira bizler ataerkil bir toplum olduğumuz için; erkeklerin üstlendiği bazı görevler, erkeklere yüklenen bazı özellikler vardır. İşte bu toplum tarafından daha doğar doğmaz yüklenen bu görev ve özellikler dolayısıyla çoğu zaman erkekler kendi hislerini gizlemek durumunda kalırlar.

Bizde aslında herkes bilir; erkek güçlü olmalı, duygusal davranmamalı, ağlamamalı, hep mantıklı olmalıdır. Doğumdan itibaren bu şekilde yetiştirilen bir erkeğin de, hayat boyunca gerçek duygularını saklamaya çalışmak gibi bir çabası, yaklaşımı oluyor elbette. Erkekler; insanı insan yapan tüm duygulardan uzaklaştıran ve onu sürekli mantık tarafına çeken yargılar onların duygusal olarak kendilerini ifade edememelerine ve beraberinde uzun süreli depresyon ve kaygı duymalarına, somatizasyona neden olmaktadır. Yeni aslında erkeler aşk acısını daha uzun süreli ve daha derinden yaşadıkları halde bu duygularını içlerine saklamak, kendi kendine yaşamak, belki de geceleri yastığına gömülerek saatlerce ağlamak durumunda kalıyorlar.

Kadınlarda aşk acısı

Daha doğumdan itibaren duygusal, nazlı, işveli, cilveli, nazik ve çoğu zaman güçsüz olmaları bilinçli ya da bilinçsizce aşılanan kadınlar, kızlar ise aşk acısı ya da herhangi bir acıyı deyim yerinde ise dibine kadar yaşar. Kadınlar; küçük ya da büyük sorunların acısını en derinden, en yüksek sesli ve kendini en fazla belli eden şekilde yaşar ve kısa süre sonra da bu acıyı geride bırakabilirler. Uzmanlara göre kadınlar ayrılık sonrası yoğun bir duygulanım yaşar ve kısa sürede yas sürecinden kurtulurlar. Acılarını doyasıya yaşayan kadının içinde herhangi bir uhde ya da olmamışlık ya da yaşanmamışlık kalmaz ki, acı kalsın. İnsan ne kadar yüksek sesli ağlar, ne kadar kesin ve net şekilde öfkesini kusarsa geri dönüşü de o kadar kolay olacaktır.

Erkeklerin aşk acısı uzun sürer!

Erteleme evresi

Kadınların en net ve en gösterişli şekilde yaşadığı aşk acısını, erkekler yavaş ve sessiz yaşarlar. Erkeler yas sürecini erteler ve üzerinden uzun süre geçtikten sonra yaşamaya başlarlar. Şöyle ki, yas sürecini Kübler Ross modeliyle açıklayacak olursak; erkekler inkar ve şok evresinde sanki ayrılık hiç olmamış gibi yaşarlar. Onlara ayrıldığı kişiyi hatırlatan nesne, kişi ve durumlardan kaçarlar, hatta onu akla getirebilecek tüm tetikleyicilerden de uzak dururlar. Öyle olunca da aslında kaçınılmaz olan yas süreci ertelenmiş olur.

Öfke evresi

Aşk acısı çeken erkeklerin ikinci olarak yaşadıkları evre ise öfkedir. İşte bu evrede kişinin hem kendisini hem de aşık olduğu kişiyi bolca suçladığı bir süreç yaşanır. Şöyle ki; karşı taraf, yani aşık olunan kişi ilişki bittiği için suçludur ve aşık olan erkek de aşkın devamı için elinden geleni yaptığı için suçludur. Ancak bu evrede erkek ayrılık olayından kendini sorumlu hissetmez. Ayrılığın tüm suçu kadına aittir.

Pazarlık evresi

Aşk acısında üçüncü olarak pazarlık evresi vardır. Kişi bu evrede bolca “keşke” lere başvurur, pişmanlıklar başlar. “Keşke şunu yapmasaydım, o zaman gitmezdi…”, “Keşke gitmesine izin vermeseydim”, “Keşke sorunlarımızı konuşabilseydik bu noktaya varmazdık” gibi keşkeler arka arkaya sıralanır. Hatta öyle bir süreçtir ki; bu dönemde kişi “Geri dönerse bir daha asla onun istemediği gibi davranmayacağım” demeye de başlar. Kişi, hatayı kendinde aradığı için ilişkisini saniye saniye düşünüp nerelerde yanlış yaptığını bulmaya çalışır.

Depresyon evresi

Aşk acısının dördüncü evresi ise depresyon evresidir. Depresyona girince artık rutin olarak yapılan işler kişiye zevk vermez, uyku ve yemek yeme gibi temel ihtiyaçları bile yerine getirmek zorlaşır, dikkat ve konsantrasyonda güçlük yaşanır, hayata dair istek ve motivasyonda düşüş olur. Depresyon döneminde kişinin hayat kalitesinin gözle görülür şekilde azaldığı gözlenir.

Kabullenme evresi

Aşk acısının beşinci ve son evresi ise kabullenme evresidir. Aşk acısı yaşanmış ve kişi bunun geride kaldığını kabullenip hayata pozitif şekilde bakmaya başlamıştır artık. Yeniden aşk öncesindeki dönemde olan rutin yaşama dönmeye başlanır, yavaş yavaş her şey normale döner.

Tüm bunlara bakarak; yas sürecini ertelemek bu sürecin uzatılmasına neden olur. Bu yüzdendir ki, erkekler kadınlara kıyasla daha uzun süre aşk acısı yaşar. Burada sosyal desteğin rolü devreye girer ve kişinin toplum tarafından verilen değer ve etiketleri ne kadar sahiplendiği önemli rol oynar.

Aşk acısında kadın için de erkek için de süreç aynıdır, ancak erkekler bunu zayıflık olarak değerlendirdiklerinden sorunlarını erteleyip görmezden gelirler. Aslında herkes zaman zaman sorunlarıyla baş ederken kendini yetersiz görebilir. Burada önemli olan bunu zayıflık veya güçsüzlük olarak ele almak yerine, baş etme yöntemlerini nasıl değiştirebileceğini öğrenmektir.

Koronavirüs ( Covid-19), sizde travma oluşturduysa ve sürekli olarak bu konu ile ilgili yoğun ve süreğen kaygı hissediyorsanız ve  neler yapacağınızı, nasıl baş edeceğinizi bilmiyorsanız bunu birlikte çalışabiliriz. Online terapi almak isterseniz bana bu numaralardan ulaşabilirsiniz.

Uzman Klinik Psikolog Diana Güler
Telefon: 0216 266 24 48 & 0533 086 30 22
Mail: info@dianaguler.com
İnstagram: dianagulerr