Yıllara Meydan Okuyan Kız Kulesi Efsanesi

İstanbul’a yolu düşen herkes bir Haydarpaşa Garı, bir de Kız Kulesi’nin önünde fotoğraf çektirmeden geri dönmedi. Nasıl ki İzmir’e ayak basanlar tarihi Saat Kulesi’ni görmeden gitmiyor, oraya gelince İzmir’de olduğunu hissediyorsa, Kız Kulesi de İstanbul’a gelenler için işte öyle önemli. Hakkında onlarca farklı hikaye anlatılıyor, kimine göre “işte denizin ortasında bir kule, nesi abartılıyor”, kimilerine göre ise “tam karşısındaki kayalıklara oturup bir şeyler içerek Kız Kulesi’ni izleyip hayallere dalmak paha biçilemez”. Aslına bakarsanız ben, bu ikinci gruptayım, hikayesini hiç bilmiyor olsaydım bile onu izlemek eminim keyifli olurdu. Ama yine de şu bitmek bilmeyen hikayeleri bir de benden dinleyin!

İstanbul’un imzası Kız Kulesi!

Üsküdar, Salacak’da kıyıdan 150-200 metre uzakta, denizin ortasında nazlı nazlı süzülüyor Kız Kulesi. Bu kulenin mimari yapılanma sürecinin M.Ö. 341 yılına kadar uzandığı biliniyor. İnşa edildiği günden sonra birkaç farklı isimle anılmış olsa da günümüzde, bizim için Kız Kulesi’dir. Yüzyıllar öncesinde Atina Kralı Kharis’in Damalis adlı eşi vefat eder ve Salacak sahiline gömülür. İşte o dönemde Kral, bu günkü Kız Kulesi’nin adını eşinin adı olan Damalis koyar. Günümüzün Kız Kulesi’nin adı Bizanslılar zamanında ise “küçük kale” anlamında olan Arcla’dır.

Aslında şu an bizim hayranlıkla izlediğimiz Kız Kulesi, o M.Ö. dönemlerden kalan kule değildir. Zira İstanbul fethedildikten sonra o kule yıktırılır ve yerine aynısı ahşaptan yaptırılır. 1719 yılında ise bu kule bir yangında yanar, kül olur ve 1725 yılında kâgir malzeme kullanılarak kule yeniden inşa edilir.

Günümüzde turizm, düğün, yemek, organizasyon gibi amaçlarla kullanılan Kız Kulesi, 2500 yıllık bir hikaye ile tarih boyunca pek çok farklı amaca da hizmet etmiştir. Örneğin ticari gemilerden vergi toplama, savunma, deniz feneri, 1830 yılında yaşanan kolera salgınında karantina hastanesi, radyo istasyonu gibi kullanım alanları olmuştur. Ancak 1995 yılında Turizm Bakanlığı, Kız Kulesi’nin işletmesini 49 yıllığına özel bir şirkete vermiş ve halen turistik bir yeme, içme, davet alanı olarak kullanılıyor.

Şimdi bu kadar tarih yeter diyorum ve okumaya doyamayacağınız Kız Kulesi efsanesine başlıyorum.

Aşkların simgesi, Kız Kulesi!

Adına şarkılar, şiirler, kitaplar yazılmış, yerli ve yabancı filmlerde simge ya da imge olarak kullanılmış Kız Kulesi destansı öykülere de ev sahipliği yapmış elbette. İşte bu öykülerden, efsanelerden en çok bilinenleri anlatmak istiyorum.

Hero ve Leandros’un ölümsüz aşkı

Bir rivayete göre bu ölümsüz aşk hikayesi Çanakkale Boğazı’nın en dar geçidinde yaşanmış olsa da, Kız Kulesi’nde yaşandığını iddiası kulağa daha romantik geliyor.

Efsaneye göre bir zamanlar Üsküdar dolaylarında Tanrıça Afrodit adında bir tapınak bulunmaktadır. Hikayemizin başkahramanı olan Hero, genç kızların görev yaptığı bu tapınağın rahibelerindendir. Hero’nun görevi, kuledeki kumrulara bakmaktır. Her yıl ilkbahar mevsiminde bu tapınağın çevresinde doğanın uyanışını kutlayan törenler, şenlikler düzenlenmektedir. Bu törenlerde aşkı bulamayan gençler, yetişkinler Afrodit’ten aşk dilenirler, hayallerindeki sevgiliye kavuşmak için yardım isterler.

Bir gün boğazın karşı kıyısında oturmakta olan Leandros da bu törene katılmak ister, tapınağa gelir ve Hero ile karşılaşır. İlk görüşte aşktır bu yaşadıkları ve artık tek arzuları kavuşmaktır. Fakat Hero, bir rahibedir ve evlenmesi yasaktır, mümkün olmayacaktır. Leandros, Hero’ya sonsuz bir aşkla bağlanmıştır, ona kavuşmak için yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Leandros, her gece kıyıdan Kız Kulesi’ni izlemektedir, yine böyle bir gece Hero eline bir meşale alır ve Leandros’a yol göstermeye başlar. İşte bu işaret Leandros için bir kıvılcım olur, ayın ışığı ve Hero’nun meşalesi sayesinde aydınlanan denizde amansız bir yüzme serüveni başlar. Hero’ya kavuşmak isteyen Leandros’u hiç bir azgın dalga durduramaz ve sonunda genç adam sevdiğine yüzerek ulaşmayı başarır.

O gecenin ardından her gece Kız Kulesi, bu iki gencin gizli aşklarının tek tanığı olur. Çok fırtınalı bir gece yine Leandros, aşkı Hero’ya kavuşmak için Boğaz’ın azgın sularına atlar, Hero da her gece olduğu gibi meşalesiyle ona yol gösteriyordur. Fakat bu fırtına Hero’nun meşalesinin ışığını söndürür ve karanlıkta yolunu kaybeden Leandros kuleyi bulamayıp Boğaz’ın karanlık sularında kaybolur. Endişeli, üzgün ve mutsuz bir şekilde sabaha kadar sevgilisini bekleyen Hero, ertesi gün Leandros’un cansız bedeninin karşı kıyı vurduğunu görür. İşte bu büyük acı onun da sonu olacaktır ve Hero, kendini Kız Kulesi’nden Boğaz’ın soğuk sularına bırakır. İki sevgili, iki genç aşık, artık sonsuza dek beraber olacaklardır.

“Yılan” efsanesi

Bizans İmparatoru’nun bir kız çocuğu olur ve imparator buna öyle çok sevinir ki, kızının doğduğu gün bütün ülke için bayram günü olmaktadır. Bu kıymetli prensesin her doğum günü çok eğlenceli, şatafatlı partilerle tüm yurtta kutlanmaktadır. İmparator, Bizans’ın en önemli bilginlerini toplar ve kızını ülke yönetimi konusunda eğitmelerini ister. Çağrılan bilginlerden en bilgili, en yaşlı olanının imparatoru üzecek bir kehaneti vardır. Zira prenses daha 18 yaşına girmeden bir yılan onu sokacak ve kız ölecektir.  İmparator hem çok sinirlenir hem de çok korkar ve denizin ortasında minik bir adada bulunan bir kulenin onarımını yaptırır, kızı artık bu korunaklı yerde yaşayacak, yılanlar onu sokamayacaktır.

Aslında uzun yıllar tam da imparatorun hayal ettiği gibi geçer ve prenses sağ salim yaşamaya devam eder. Fakat prenses tam da 18 yaşına basmadan kısa süre öncesinde kuleye gönderilen üzümlerin sepetinin içinden bir yılan çıkar ve onu sokar. İmparator kızını kaybedince kahrolur ve prensesini toprağa gömmek istemez. Zira toprakta çok fazla yılan vardır ve kızının ölüsünü bari yılanlardan uzaklaştırabilmek ister. Bunun için kızının cesedini mumyalatır, pirinç bir tabuta koydurur, tabutu da Ayasofya’nın en yüksek duvarının üstüne yerleştirir. Bu sayede yılanlar kızının cesedine ulaşamayacaklardır. Ancak hiç de öyle olmaz, efsaneye göre o pirinç tabutun üzerinde 2 tane yılan deliği vardır.

Battal Gazi hikayesi

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Malatya Serdarı Hüseyin Gazi’nin oğlu Battal Gazi’nin askerleri bir gün Kız Kulesi’ne baskın yaparlar ve burada saklanan hazineleri alır. Bir de bu yetmezmiş gibi, Üsküdar Tekfuru’nun kulede yaşayan kızını kaçırır. Aslında bunun öncesinde Battal Gazi’nin amacı İstanbul’u kuşatmaktır. Ancak Üsküdar Tekfuru’nun güzeller güzeli kızına aşık olunca bu amacından çok kızı elde edebilme arzusunun esiri olur. Hatta kıza olan aşkından dolayı 7 yıl boyunca kulenin önüne kurduğu karargahta yaşar. Bunu gören Tekfur başına geleceklerden endişe ettiği için kızını ve tüm hazineyi Kız Kulesi’ne hapsetmiş. Fakat bir gün Battal Gazi bir kayıkla Kız Kulesi’ne gelir ve tekfurun gözü gibi baktığı hem hazinesini hem de güzeller güzeli kızını atına atar ve Üsküdar’dan uzaklaşır. Yüzyıllardır söyleyip durduğumuz “Atı alan Üsküdar’ı geçti” sözü aslında o günlerden kalmadır. Hem bu efsane hem de diğerlerinde hep bir prensesten bahsedildiğinden kuleye bu günkü ismi olan Kız Kulesi adı verilmiştir.

Bu efsanelerin hangisi doğru, hangisi yanlış ya da eksik elbette ki hiç birimiz bilmiyoruz. Ama şu da bir gerçek ki, ister dışarıdan hayran hayran izleyelim, isterseniz de içine girip bir şeyler yiyip içelim, Kız Kulesi tam anlamıyla bir romantizm, mistik bir aşk merkezi!

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak.