Beyin bedenimizin merkezi kontrol ünitesi ve hafıza ile duyguların bir deposu durumunda. Tarih boyunca filozoflar, beynin bizi biz yapan ruha da ev sahipliği yapabileceğine inandılar. Peki beyinlerimiz hakkında neler bilmemiz gerekiyor?

İnsan sinir sisteminin temel organı olan beyin, bedenimizdeki aktivitelerin büyük kısmını yönetiyor ve hem içeriden hem de dışarıdan gelen bilgileri işliyor. Ayrıca duygu ve bilişsel yeteneklerimizin, düşüncelerin, uzun ve kısa süreli hafızanın ve karar verme yeteneklerimizin de merkezi durumunda.

Bu organa dair ilk kayıtlar Antik Mısır medeniyetine dayanıyor ve 1800’lerde keşfedilen Edwin Smith Cerrahi Papirüsü içerisinde mevcut.

O günden bu güne beyne dair anlayışımız çok büyük miktarda gelişti fakat bu temel organa dair pek çok gizemi hala aydınlatmış değiliz.

Beynimiz Ne Kadar Büyük?

Beynin boyutu değişken ve temel olarak cinsiyet, yaş ve genel beden kütlesine bağlı olarak değişiyor. Ancak çalışmalar yetişkin erkek beyinlerinin ortalama 1336 gram, kadın beyinlerinin ise 1198 gram geldiğini gösteriyorlar.

Ölçü olarak baktığımızda insan beyni en büyük organlardan birisi değil. Tüm memeliler içerisinde 35-45 ton ağırlığa sahip olan sperm balinasının beyninin en büyük beyin olduğu belirtiliyor.

Fakat dünyadaki tüm hayvanlar dikkate alındığında, insan beyni en büyük miktarda nörona sahip ve bu nöronlar bilgileri elektriksel ve kimyasal sinyaller ile depolayıp ileten özel hücrelerdir.

Geleneksel olarak insan beyninde ortalama 100 milyar nöron olduğu söylenir ancak son araştırmalar bu rakamın doğruluğunu sorguluyorlar.

Brezilyalı nörobilimci Suzana Herculano-Houzel, bağışlanan insan beyinlerinin sıvılaştırılmaları ve onları şeffaf bir solüsyona dönüştürme işlemlerini içeren bir yöntem kullanarak rakamın 86 milyar nörona yakın olduğunu belirtti.

Beyin Nelerden Oluşur?

İnsan beyni omurilik ile birlikte merkezi sinir sistemini oluşturur. Beynin kendisi ise üç kısımdan oluşur:

  • beyin sapı bir bitkinin sürgünü gibidir ve uzamış haldedir, bu sayede omurilik ile beynin geri kalanı arasında bağlantı sağlar.
  • beyincik ise beynin arka tarafında konumlanmıştır ve hareket yönetimi, motor öğrenme ve dengeyi koruma gibi işlevlerde önemli rol oynar.
  • serebrum ise beynimizin en büyük kısmıdır ve kafatasının büyük kısmını doldurur. İçerisinde serebral korteks ve diğer daha küçük yapılar bulunur ve bunların toplamı bilinçli düşünme, karar verme, hafıza ve öğrenme süreçleri, iletişim, dış ve iç uyaranların algılanmasından sorumludurlar.

Beyin yumuşak dokudan oluşmuştur ve bu kapsamda sinir hücrelerini, sinir hücresi olmayan yardımcı hücreleri ve küçük kan damarlarını barındıran gri ve beyaz maddeyi barındırır.

Su içeriği de fazladır ve neredeyse %60’ı yağdan oluşur.

Modern insanın beyni daha erken dönemdeki insansıların uzun beyinlerinin aksine küreseldir. Bu şekil araştırmalara göre Homo sapien’lerin 40-50.000 yıl önce gelişmiş olabileceklerini ortaya koyuyor.

Beynimiz Ne Kadar Aç?

İnsan beyninin çok büyk bir organ olmamasına karşın işlev göstermesi için çok fazla enerji gerekiyor.

Beyin insan ağırlığının sadece %2’sini oluşturuyor ancak gün içerisinde bedenin ihtiyaç duyduğu enerjinin %25’ini tek başına tüketiyor.

Peki beyin neden bu kadar yakıta ihtiyaç duyuyor? Fare modelleri ile yapılan çalışmalara göre bazı bilimadamları hipotezler geliştirdiler. Bunlara göre enerjinin büyük kısmı bedensel süreçler ve düşünceleri sürdürmek için harcansa da, muhtemelen bir kısmı da beyin hücrelerinin sağlığının korunması için harcanıyor.

Fakat bazı araştırmacılara göre ilk bakışta beyin açıklanamaz şekilde dinlenme durumundayken çok fazla enerji harcıyor ve bu esnada aslında herhangi bir özel, hedeflenmiş aktivitede bulunmuyor.

James Kozloski bu konuda şöyle diyor: “Hareketsizlikle bağlantılı ağlar anestezi altında bile görünür durumdalar ve bu bölgelerin metabolik oranları çok yüksek. Bu nedenle beyin, enerji bütçesini büyük oranda hiç bir şey yapmayan organizmalara yatırıyor.”

Ancak Kozloski’nin hipotezine göre bu büyük miktardaki enerji bir hiç için harcanmıyor ama peki beyin bunu neden yapıyor gibi görünüyor? İşin esasında, yapmıyor.

Hiç bir şey yapmazken harcanan enerji aslında günlük yaşantımızda karar verme mekanizmamızda kullandığımız bilgi ve deneyimlerin birikiminin bir haritasının oluşturulmasında kullanılıyor.

Beynimizin Ne Kadarını Kullanıyoruz?

Uzun süredir ortalıkta olan bir efsaneye göre insanlar beyinlerinin kapasitesinin %10’unu kullanıyorlar ve geri kalan %90’ı nasıl kullanabileceğimizi keşfetseydik inanılmaz yetenekler ortaya koyabileceğimiz söyleniyor.

Bu efsanenin nereden çıktığı bilinmese de, o kadar çabuk yayıldı ki, kullanılmayan bir beyin gücüne erişebilme ihtimali çok çekici bir hayal oluyor.

Fakat bu son derece yanlış bir efsane. Çünkü dinlenme durumunda bile beynin hala aktif olduğunu ve enerji ihtiyacı duyduğunu biliyoruz.

Beyin taramaları neredeyse daima, hatta uyurken bile beynimizin büyük kısmını kullandığımızı gösteriyorlar ancak aktivite düzenleri, aktivitenin yoğunluğu gibi faktörler ne yaptığımıza göre ve ayrıca uyku-uyanıklık durumuna göre değişiklik gösteriyorlar.

Atlanta’daki Emory Üniversitesi’nde çalışan nörolog Krish Sathian şöyle diyor: “Bir iş yaparken ve bazı nöronlar o iş sebebiyle aktifleşmişken, beyninizin kalanı ise başka şeyler yapmakla meşguldür. Bu nedenle örneğin bir probleme karşı çözümünüz onun hakkında düşünmüyorken veya gece uykusundan sonra ortaya çıkabilir çünkü beyin daima aktif. Beynimizin sadece %10’unu kullandığımız doğru olsaydı, inme gibi bir sebepten kaynaklanabilecek beyin hasarının %90’ını karşılayabilir ve yine de herhangi bir etki görmeyebilirdik. Fakat böyle bir durum yok.”

Sağ Beyinli mi Sol Beyinli mi?

Sağ beyinli mi sol beyinli misiniz? İnternetteki anketlerde beyninizin ağırlıklı olarak sağını mı yoksa solunu mu kullandığınızın belirlenebildiği iddia ediliyor.

Ve bu durum kişiliğinize de etkide bulunuyor: söylenenlere göre sol beyinli insanlar daha analitik ve matematik eğilimli olurlarken, sağ beyinli insanlar daha yaratıcılar.

Peki bu ne kadar doğru? Cevap yine aynı: “pek de doğru değil”.Beynin her iki yarısının görevleri biraz farklı olsa da, kişilerin onların karakter ve yeteneklerini yöneten dominan bir beyin bölümleri yok.

Araştırmalar insanların beynin yarı kürelerini neredeyse eşit ölçüde kullandıklarını gösteriyorlar.

Ancak beynin sol yarı küresinin dil kullanımı ile daha alakalı olduğu, sağ kürenin ise sözsüz iletişim konusunda daha etkin olduğu bir gerçek.

Beyin Yaşla Birlikte Nasıl Değişiyor?

Yaşlandıkça beynimizin bölümleri doğal olarak küçülmeye başlarlar ve aşama aşama nöron kaybetmeye başlarız. Ön lob ve hipokampüs 60-70 yaşımıza geldiğimizde küçülmeye başlar ve bunlar bilişsel süreçlerden, hafıza oluşumundan ve hatırlamadan sorumludurlar.

Yani bunun sonucunda yeni şeyler öğrenmek veya aynı anda birden fazla iş yapmak eskisinden daha zor hale gelir.

Fakat bazı iyi haberler de var. Son zamanlara kadar bilimadamları nöron kaybettiğimiz zaman bunun kalıcı olduğunu ve beynin yeni hücreler yaratamadığını düşünüyorlardı.

Fakat bunun doğru olmadığı ortaya çıktı. İngiltere’de King’s College London’da görev yapan araştırmacı Sandrine Thuret, yeni hücreler yaratma konusunda yetişkin beyninde hipokampüsün önemli bir rolü olduğunu açıklıyor. Bu durum ayrıca onun öğrenme ve hafıza konusunda oynadığı önemli rol de dikkate alınınca mantıklı.

Yetişkin beyninde yeni sinir hücrelerinin yaratıldığı sürece nörogenez adı veriliyor ve Thuret’e göre ortalama bir insan her gün hipokampüsünde 700 yeni nöron hücresi üretiyor.

Yani bunun anlamı, orta yaşlara geldiğimizde beynin bu bölgesinde doğuştan sahip olduğumuz nöronların hepsini yetişkinlikte ürettiklerimizle değiştirmiş oluyoruz.

Algı Kontrollü Bir Halüsinasyon mu?

İnsan beyninin en büyük gizemlerinden birisi bilinç ve gerçeklik algısı ile bağlantılı. Bilincin işlemesi bilimadamlarını ve filozofları derinden etkiliyor ve bu fenomeni anlamaya yavaş yavaş yaklaşsak da hala öğrenmemiz gereken çok şey var.

İngiltere’deki Sussex Üniversitesi’nde bilişsel ve sayısal nörobilim profesörü Anil Seth, bilinç çalışmaları üzerine odaklanmış ve bu ilgi çekici sürecin bir tür kontrollü halüsinasyon olduğunu belirtiyor. Böylece beyinlerimiz dünyaya anlam verebiliyorlar.

Ona göre bilincimize bir şeylerin algılarını verdiğimizde, beynimiz o şeylerin nasıl olmasını beklediğine göre bir bilgili tahminde bulunuyor.

Bu da pek çok optik ilüzyonun etkisini açıklayabilir. Geçen senelerde ortaya çıkan elbise mavi mi sarı mı konusu bunla bağlantılı çünkü resimdeki ışığı düşünme şeklimize göre farklı renk kombinasyonları görebiliyoruz.

Araştırma ve klinik teknolojilerdeki pek çok gelişmeye rağmen, beyne dair pek çok soru hala cevaplanmadı. Örneğin karmaşık bilgilerin beyinde nasıl işlendiklerini hala tam olarak anlamıyoruz.

Her gün kim olduğumuz, ne algıladığımız ve ne yapabildiğimizi doğal bir şey olarak karşılıyoruz ancak bu harika organın bunların hepsini yapmamıza imkan tanıması üzerine pek düşünmüyoruz.