1950’li, 60’lı yıllarda aşk, şehvet, güzellik, seksapelite denildiğinde tüm dünyada ilk olarak akla gelen kadınlardan birisi kesinlikle Marilyn Monroe idi. Tam bir sarışın kadın ekolü olan Marilyn Monroe, Amerikalı bir aktris ve modeldi. Amerikan filmlerindeki “aptal sarışın” rolünün kendine hayran bırakan oyuncusu, bu gün bile sarışın kadın imajının en belirgin resmidir. 1926 yılında doğup 1962 yılında, daha henüz 36 yaşındayken hayatını kaybeden Marilyn Monroe, 20. yüzyılın en aranan, en çok arzulanan kadınlarından birisi oldu. Babasız bir çocukluk, sinir hastası bir anne, yetimhanede geçen acımasız yıllar, adını, geçmişini ve kaderini değiştiren dünya starı olan bir kadın ve aslında çok daha fazlası Marilyn Monroe’nin kısacık yaşamında mevcut.

Acılı bir çocukluk!

Ünlü yıldızın gerçek adı Norma Jean idi ve o daha doğmadan babası annesini terk etmişti. Babasının olmayışı yüzünden Norma ve annesi açlık ve yoksulluk içinde yaşamlarını devam ettirmek durumunda kaldılar. Neredeyse tüm çocukluğu yoklukla geçerken bir de annesinin çok ciddi bir sinir krizi geçirmesi ve hastaneye yatırılmasıyla Norma için yetimhane günleri başlamış oldu. Ancak hayat hiç de adil davranmayacaktı ve küçük bir kız çocuğuyken, daha sadece 8 yaşındayken hayatındaki talihsizlikler yetmezmiş gibi bir de cinsel tacize uğradı. Norma için hayat fazlasıyla kötüydü, bir zaman sonra eskiden tanıdıkları birilerinin yanında kalmaya başladı. Fakat bu misafirlik de çok uzun sürmeyecekti. Zira kısa süre içinde evde istenmeyen biri haline geldi. Artık tek çare bir an önce evlenmekti.

Küçük yaşta yapılan başarısız bir evlilik!

Daha 16 yaşındaydı. Ancak babasızlık, annenin akıl hastanesinde olması, yetimhane günleri, cinsel saldırıya uğrama, yakınlarının kötü davranışları derken Norma, çaresizlik içindeydi. Hal böyle olunca bir fabrikada işçi olarak çalışan Jim Dougherty ile 1942 yılında henüz 16 yaşındayken evlendi. Fakat bu evlilik de onun yüzünü güldürmedi, 4 yıl sonra, 1946 yılında, 20 yaşındayken eşinden ayrıldı.

Sonunda şansı dönüyor!

Artık aşk, şans, evlilik gibi hayallerine veda eden Norma, bir fabrikada işçi olarak çalışıyor ve kendi yaşamını devam ettirmeye çalışıyordu. Ancak hiç beklemediği anda talih kuşu tam da başına kondu ve tesadüfen çekilen fotoğrafları sayesinde modelliğe başladı. Hiç de akıl alır gibi değildi, ancak çok kısa süre içinde çok ünlü bir film yapımcısı olan Howard Hughes, Norma Jean’ı keşfetti, adını da Marilyn Monroe olarak değiştirdi.

İşte karşınızda Marilyn Monroe!

Film yapımcısı Marilyn’e önce küçük roller verdi ve onun bu yeni dünyaya alışmasına yardımcı oldu. Birkaç filmde masum ve sevimli bir sarışın olarak boy gösteren Marilyn Monroe’nin yıldızı parlayacaktı. 1949 yılında, henüz 23 yaşındayken Love Happy ve 1950 yılında da All About Eve adlı filmlerde oyunculuğunu gösteren Marilyn Monroe için artık bir yıldız olmak üzeredir. Doğal sarışın, dişi tavırlar, cazip bir gençlik, canlılık onu aranılan bir kadın oyuncu haline getirdi. Bu arada 1950 yılında aşkı bulduğu ünlü beyzbol oyuncusu Joe Di Maggio ile 1954 yılında evlendi.

Fazla şöhret, aşkı öldürdü!

Film yapımcılarının peşinden koştuğu Marilyn Monroe, How to Marry a Millionaire, Gentlemen Prefer Blondes ve Niagara adlı filmlerle şöhretini zirveye çıkarmıştır. Ancak bu ün onun özel yaşamını olumsuz etkilemiştir. Çok aşık olarak evlendiği ikinci eşi Joe Di Maggio ile bir yıl içinde ayrıldı. Çünkü o dönemlerin en seksi sarışınıyla evli olmak çok zordu.

İşinde çok başarılıydı!

Arka arkaya rol aldığı filmler, fotoğraf çekimlerinden kazandığı paralar, bu genç kadının hayatını hayallerinin bile ötesine taşımıştı. Artık Marilyn Monroe Productions adında bir film şirketinin patronuydu. İş hayatı tam gaz gidiyor, her geçen gün hayranları artıyordu. Bu arada aşk hayatı da hiç boş kalmıyordu. Oyun yazarı olan Arthur Miller ile yaşadığı aşkı da 1956 yılında bir evlilikle taçlandırdı. Fakat bu evlilikte de çok mutlu olduğunu söylemek mümkün değil. Zira bu dönemde alkol ve uyuşturucu bağımlılıkları onu hızla dibe çekiyor, fiziksel ve psikolojik olarak yıpratıyordu. Hal böyle olunca dünya starının üçüncü evliliği de hüsranla sonuçlandı.

Hem mutsuz hem de başarısız bir süreç başladı!

Zararlı madde kullanımı onu kendisine esir etmiş, evliliği bitmiş ve psikolojisi ciddi olarak bozulmuştu. Bu karmaşık süreçte hayatına ünlü, ünsüz pek çok erkek girmişti. Özellikle Kennedy ile olan birlikteliğinin onu depresyona sürüklediği konuşulmaktaydı. Yıl 1962 olmuştu ve Marilyn Monroe’nun hayatı artık çekilmez hale gelmişti. Tarihler 5 Ağustos 1962 tarihini gösterdiğinde dünya yıldızı Brentwood’daki evinde ölü olarak bulundu. Kendisi aşırı miktarda uyku ilacı almış ve ölüme gitmişti. Ancak bu olayın aslında intihar değil, bir cinayet olduğu, ünlü yıldızın zehirlendiğini düşünenler, iddia edenlerin sayısı hiç de az değildir.

Hayat hikayesi gibi filmi de yarım kalmıştı!

Ölümünden önce çekimlerine başlanan Something’s Gotto Give adlı film elbette ki hiçbir zaman tamamlanamadı. 20. yüzyılın seks sembolü, güzellik ve cazibe abidesi eşsiz Marilyn Monroe, 36 yıllık kısacık yaşamına çok büyük başarılar, belki de 100 yıl sonra bile hatırlanacak bir “güzel kadın” imajı bırakmıştır.

Dillere destan güzelliği ve şöhreti yıllara meydan okuyor!

Her güzelliğin bir devri vardır. Televizyon dünyasından ne güzeller gelip geçiyor. En fazla 10-15 yıl içinde onun yerini başkaları alıyor. Ancak 36 yaşında hayatını kaybeden, dolayısıyla hiç yaşlanmayan, hep en güzel, en dişi haliyle gözlerde, gönüllerde kalan Marilyn Monroe yerini her daim korumayı başarıyor.

Chanel No:5 adlı parfüm, Marilyn Monroe’nun en çok sevdiği, asla yanından ayırmadığı, vazgeçemediği parfümüydü. İşte ölümünün ardından yarım asır geçmiş olmasına rağmen bu parfümün hala onunla anılması da aslında hiç sürpriz değil. Zira Marilyn Monroe adı başlı başına bir seksi kadın, eşsiz kadın markasıydı. Elbette ki her kadın onun gibi çekici kokmak istiyor.

Yıl 1999, ölümünün ardından tam 37 yıl geçmişti ki, Marilyn Monroe, People Magazine okuyucuları tarafından “Dünyanın En Seksi Kadını” olarak ödüllendirildi. Yine aynı yıl dünyaca ünlü dergi olan Playboy tarafından “20. yüzyılın En Seksi Starı” seçildi. Aslında bu yönden bakıldığında ölümünün ardından bu kadar uzun zaman geçmiş olmasına rağmen hala bu kadar hatırlanır olmak pek az ünlüye nasip olabilir.

Kısacık bir ömre tam bir arabesk filmi tadında çocukluk, hatta çok daha acılı bir dönem sığdırdı. Hayatının son 15 yılın sayısız film ve ödülle taçlandıran ünlü, ünsüz, her erkeğin hayallerini süslemiş, neredeyse tüm kadınları kendisine hayran bırakmıştır. Bir de Elton John’un “Candle in the Wind” adlı şarkısını bu seksi sarışına ithaf ettiği biliniyor. Aslında bıraktığı etkiyi düşündüğümüzde eminim ilham verdiği tek kişi Elton John değildir. En son olarak biz de saygı ve hayranlıkla anıyor, acılı başlayıp mutluluğun en zirvesini gören ve sonunda yine derinden bir arabeske gömülen kısacık hayatı anlamaya çalışıyoruz.