Hyperborea, Yunan mitolojisinde yer alıyor. Bu efsanevi ülkenin yerlileri Hyperborealıların oldukça uzun yaşam süren antik Yunanlılar olduğuna inanılıyor. Hyperborea’dan Herodot, Yaşlı Plinius ve Pindar da dahil olmak üzere çok sayıda Yunan ve Romalı yazar bahsediyor. Hyperborea efsanevi bir ülke olsa da bu ülkenin dünyada gerçekten var olup olmadığı tartışması yüzyıllardır sürüyor. Bunun sonucu olarak ülkenin tam konumuna yönelik çok sayıda teori ortaya atıldı. Ülkenin konumuna ek olarak Hyperborealıların gerçek, tarihi insanlarla olan bağlantılarına yönelik olarak ortaya pek çok iddia atıldı.

‘Hyperborea’ ismi Türkçeye ‘Kuzey Rüzgarının Ötesi’ olarak çevrilebilir. Bu isim, antik Yunanlıların ülkenin nerede olduğunu düşündüklerine dair bir işaret veriyor. Yunan mitolojisine göre Kuzey Rüzgarı, Trakya’da yaşayan Tanrı Boreas tarafından temsil ediliyor. Bu nedenle Hyperborea’nın mantıksal olarak Trakya’nın kuzeyinde olması gerekiyor. Ancak Hyperborea, antik Yunan ve Romalıların terrae incognitae (Latince ‘bilinmeyen ülke’) nitelendirdikleri yerlerden bir tanesi. Bu bölgeler, hiçbir zaman haritalandırılmamış ya da belgelendirilmemiş yerler. Yani diğer bir deyişle Hyperborea, sadece mitolojide yer alan bir ülke olabilir. Bununla birlikte Hyperborea ve Hyperborealılar ile ilgili anlatılan pek çok hikayenin oldukça inanılmaz olduğu söylenebilir.

Herodot, Hyperborea’dan tekrar tekrar bahsetti

Hyperborea’dan çalışmalarında defalarca bahseden antik yazarlardan bir tanesi Yunan tarihçi Herodot. Namıdiğer ‘tarihin babası’ olan Herodot, Tarih isimli kitabının 4. bölümünde Hyperborea’dan şu şekilde bahsediyor:

“Prokonnessos’tan gelen Kaystrobios’un oğlu Aristeas, bir şiirinde İssedonları Apollon’un gazabından kaçarken ziyaret ettiğini ve İssedionların ötesinde Arimasplar adında tek gözlü bir ırkın yaşadığını iddia etti. Onların ötesinde altın koruyan Griffonların olduğunu ve onların da ötesinde denize kadar Hyperborealıların olduğunu söyledi. Hyperborealılar hariç, Arimasplardan itibaren tüm bu insanlar sürekli olarak komşularına saldırıyorlar.”

Herodot, Hyperborea’nın varlığı hakkında şüpheci olsa da antik Yunan’ın en ünlü şairlerinden olan Hesiod ve Homer tarafından bahsedilen bu efsanevi ülke hakkında okuyucularını bilgilendiriyor:

“İskitliler da dahil olmak üzere orada yaşayan kabilelerden hiçbirinin Hyperborealılar hakkında söyleyecek bir şeyi yok. Belki İssedonların vardır, ancak ben öyle düşünmüyorum. Çünkü öyle olsa İskitlilerin de tıpkı tek gözlü insanlar hakkında olanlar gibi hikayeleri olurdu. Ancak Hesiod, Hyperborealılardan bahsetti ve onunla birlikte Homer de Epigoni’de (tabi bu şiirin yazarı gerçekten de Homer ise) onlardan bahsetti.”

Herodot, Hyperborea hakkındaki hikayelerin çoğunun kutsal Delos adasının sakinleri tarafından söylendiğine dikkat çekiyor:

“Hyberborealılar ile ilgili hikayelerin büyük bir çoğunluğu Delos’tan geliyor.”

Herodot, beklendiği üzere Delos’un önemli bir rol oynadığı Hyperborealılar hakkındaki bazı hikayeler hakkında bağlantılar kurmaya devam ediyor. Örneğin, bunlardan bir tanesi kutsal nesnelerin Hyperborea’dan Delos’a taşınması ile ilgili:

“Deloslular, kutsal nesnelerin bir demet buğday başağının içerisinde bağlandıklarını ve Hyperborealılardan önce İskitlilere daha sonra da mümkün olduğunca Batı’ya (yani Adriyatik’e) komşu kabileler ile taşındığını söylüyor. Sonrasında Dodona’ya (nesneleri alan ilk Yunan topluluğu), sonra Malia Körfezi’ne (Eğriboz Adası’na geçtikleri yer), Karistos’a ulaşana kadar kasabadan kasabaya geçerler. Andros Adası ise atlanmıştır, çünkü Karistoslular onları Tenos’a götürenlerdendir ve Tenos’tan da nesneler Delos’a taşınmıştır. İşte kutsal nesnelerin Delos’a bu şekilde ulaştığı söylenir.”

Herodot’un anlattığı bir diğer hikaye ise kutsal nesnelerin neden bu şekilde teslim edildiğini açıklıyor. Tarihçiye göre kutsal nesneler Delos’a ilk kez gönderildikleri zaman iki Hyperborealı kadın olan Hyperoche ve Laodice (Deloslulara göre) tarafından taşındılar. İki kadına, onları koruyan ve refakatçileri olan beş Hyperborealı adam eşlik etti. Ancak bu elçiler hiçbir zaman eve geri dönmedi ve geri kalan Hyperborealıların, gelecekte kutsal nesneleri teslim etmek için gönderdikleri insanların geri dönmeyecekleri konusunda endişelenmelerine neden oldu. Bu nedenle nesnelerin, bir grup insandan diğerine geçerek taşındığı yöntemi icat ettiler.

Herodot, Hyperoche ve Laodice’in görevlerini tamamladıklarını ve eve dönmek yerine Delos’ta kaldıklarını belirtiyor. Öldükten sonra ise kadınların Deloslular tarafından tapıldığını ve özel bir ritüelde alındıklarını söylüyor:

“Şimdi, Hyperborea’dan gelen genç kadınların ölümü Delos’ta, adanın kız ve erkek çocukları tarafından gerçekleştirilen saç kesme ritüeli ile anılıyor. Evlenmeden önce, kızlar bir tutam saçlarını otun etrafına sarar ve mezara (Artemis tapınağının içinde, içeri girildiğinde solda taraftadır ve üstünde zeytin ağacı yetişir) koyar. Deloslu erkekler de saçlarını otun etrafına sarar ve aynı şekilde mezara koyar. İşte bu şekilde Delos’un sakinleri Hyperborealılara ibadet eder.”

Herodot’un Hyperborealılar hakkındaki son hikayesi, Hyperborea’dan Delos’a seyahat eden Arge ve Opis adındaki iki kadın hakkında. Kadınların Hyperoche ve Laodice’den önce daha farklı bir amaçla seyahat ettikleri söyleniyor. Arge ve Opis adaya, Yunan doğum tanrısı olan Eileithyia’ya kolay bir doğum için haraç vermeye gittiler.

Herodot’a göre Deloslular, iki kadına tanrıların bizzat eşlik ettiğini iddia ettiler ve kadınlar Delos’a geldiklerinde onlara saygılarını gösterdiler. Adanın kadınları, Arge ve Opis’e için sıra olurken iki kadın, Likyalı Olen tarafından bestelenen ilahi ile anılırlardı. Bu uygulama, Delos’tan diğer Ege adaları ve İyonya’ya kadar yayıldı. Tıpkı Hyperoche ve Laodice gibi Arge ve Opis’in mezarları da adada bulunuyor: “Onların mezarları, Artemis tapınağının topraklarının arkasında, Doğu’ya bakar halde, Kealıların ziyafet salonunun hemen yanında bulunuyor.”

Hyperborea hakkındaki tartışmalara son vermeden önce Herodot’un Abaris isimli birinden bahsettiğini de bilmek gerekir. Tarihçi, Abaris’in hikayesini tekrar etmeyeceğini söylediği için Herodot okurlarının bu hikayeye aşina oldukları varsayılabilir. Herodot’un, Abaris’in Hyperborealı olduğuna inandığı ve onun “hiçbir şey yemeden dünyanın her yanına bir ok taşıdığını” öğreniyoruz. Herodot’un bu bölümü Güney Rüzgarı’nın ötesinde yaşayan insanlar hakkında eğlenceli bir öneri ile bitirdiğini görüyoruz: “Hyperborea’da, yani dünyanın en kuzey ucunda yaşayanlar varsa en güney ucunda yaşayanlar da vardır.”

Yaşlı Plinius ve Hyperborea

Herodot, Hyperborealılarla ilgili çok sayıda hikaye anlatsa da genel konumu harici Hyperborea’nın kendisi hakkında çok fazla konuşmaz. Bu nedenle Herodot’un bıraktığı boşlukları doldurmak için başka bir antik kaynağa ihtiyacımız var. Doğa bilimleri uzmanı ve doğa filozofu olan Romalı Yaşlı Plinius’un Doğa Tarihi isimli kitabı bu konuda yardımcı olacaktır. Plinius, dördüncü kitabına Hyperborea’nın genel konumundan bahsederek başlar:

“Avrupa’nın Karadeniz kıyılarında, Tanais Nehri’ne (günümüzde Don Nehri olarak biliniyor) kadar adını gölden alan Meotlar ve onların arkasında Arimasplar var. Riphean Dağları’na ve Pterophoros adı verilen bölgeye geldik, taneleri tüylere benzeyen ve sürekli yağan kar nedeniyle; dünyanın, doğanın kararnamesiyle kalın karanlığa gömülmeye mahkum edildiği kısmı; soğuk üretmekten ve kuzey rüzgarlarının ürpertici patlamalarının sığınağı olmaktan başka bir iş için uygun olmayan kısmına.

Bu dağların arkasında ve kuzey dağlarının ötesinde inanmayı seçtiğimiz takdirde Hyperborei isimli mutlu bir ırk yaşıyor.”

Kendinden önceki Herodot gibi Plinius da Hyperborealıların varlığına duyduğu şüpheleri ifade ediyor gibi görünüyor. Ancak Yunan tarihçinin aksine Plinius, Delos’la bağlantılı Hyperborea hikayelerine girmiyor (Bu arada, komşu kabileler aracılığı ile Delos’a kutsal nesneler gönderen Hyperborealıların hikayesi, Plinius’un Hyperborea açıklamasının sonunda bulunabilir). Bunun yerine Plinius, okurlarına Hyperborea’nın kendisi hakkında daha çok detay veriyor:

“Bu noktada, dünyanın üzerinde durduğu menteşelerin ve yıldızların devrimlerinin en uç sınırlarının olması gerekiyordu. Burada, Güneş’in bir günde verdiği ışığı altı ay boyunca buluyoruz. Ancak bazı cahil insanların iddia ettiği gibi Güneş kendini ilkbahar ekinoksundan sonbahara kadar gizlemiyor. Aksine, bu insanlar için Güneş bir kez yaz gündönümünde doğuyor ve kış gündönümünde batıyor. Bu bölgede, Güneş ışınlarının ısıttığı yerde, şiddetli rüzgarlardan muaf keyif verici bir sıcaklık var.”

Plinius, açıklamasına Hyperborealılar hakkında verdiği bilgiler ile devam ediyor. Plinius daha önce Hyperborealılara “aşırı uzun yıllar yaşayan bir ırk” dese de onlar hakkında şunları da yazıyor:

“Yerlilerin konutları ağaçlar ve korular; tüm anlaşmazlık ve hastalıklar tamamen bilinmeyen şeylerken tanrılara tek tek ve gruplar halinde ibadet ediliyor. Ölüm, ancak yaşam ile doyduklarında onlara geliyor; ziyafet işlerinden sonra, her lükse doydukları ileri bir yaşta, oradaki kayadan denize atlıyorlar; ve bunu, varlığın sona erdirilmesinde en çok arzu edilen üslup olarak görüyorlar.”

Plinius’un çalışmalarına göre antik zamanlarda bile Hyperborea’nın tam konumu bir muammaydı. Romalı yazar tarafından Hyperborea’nın tam olarak nerede olduğundan bahsedildiği ile ilgili birbiriyle rekabet eden birkaç hipotez bulunuyor. Örneğin, Plinius bazı antik yazarların, Hyperborea’nın Asya kıyılarının en ucunda yer aldığını iddia ettiklerinden bahsediyor. Bu yazarlar, Attacori adı verilen insanların, tıpkı Hyperborea ile aynı şartlara sahip bir bölgede yaşayarak Hyperborealılara benzediğini söylüyor. Bazı yazarlar ise bölgenin “iki güneşin arasında, yerkürenin diğer tarafının tam zıttında ve bize yükseldiği noktada” olduğunu söylüyor. Plinius “bölgede bulunan kocaman denizi” göz önünde bulundurarak bu hipotezi dikkate almıyor. Üçüncü bir hipotez ise Hyperborea’nın “altı ay boyunca gündüz olan” yerde olduğunu ve Hyperborealıların sabahları ekim yaptıklarını, günün ortasında mahsul topladıklarını, gün batımında ağaçlardaki meyveleri topladıklarını ve geceleri bunları mağaralarda gizlediklerini söylüyor.

Hyperborea Hakkındaki Diğer Söylemler

Hyperborea, antik şairlerin eserlerinde de yer alıyor. Bu şiirler bize bu efsanevi ülke hakkında daha fazla bilgi sağlıyor. Örneğin Hyperborealılar, Pindar’ın Olimpiyat Kasideleri III eserinde yer alıyor. Bu şiirde Pindar, Herakles’in oranın yerlilerinden bir zeytin ağacı almak için Hyperborea’ya seyahat ettiğini iddia ediyor. Kahraman, ağaca “tüm insanların paylaşması için gölge ve yiğit ruhların cesur işleri için bir taç yapması” için yalvardı. Pythian Ode X isimli bir diğer şiirinde ise Pindar, Medusa’nın Perseus tarafından Hyperborea’da öldürüldüğünü söyler ve bu bölgeyi muazzam bir mutluluk mekanı olarak anlatır:

“Muse, geleneklerinden yoksun değil; kızların dansları, lirin yüksek akorları ve flütlerin çığlıkları her yerde döner. Saçlarını altın defne yaprakları ile yıkarlar ve sevinç içinde alem yaparlar. Bu kutsal ırka hiçbir hastalık ya da harap edici hastalık karışmaz.”

Herodot, Yaşlı Plinius ve Pindar, Hyperborea hakkında yazan tek antik yazarlar değildi. Bu efsanevi bölgeden bahseden ünlü isimler arasında Pausanias, Diodorus Siculus, Ovid ve Strabo da yer alıyor.

Hyperborea hakkında bu antik yazarlar tarafından yazılan çoğu şey bu topraklara büyük bir hayranlık duyulduğunu gösteriyor. Bugüne kadar ayakta kalan bu hayranlık sayesinde bugün bazı insanlar hala Hyperborea’nın yerini tespit etmeye ve bu sayede varlığını kanıtlamaya çalışıyor. Ancak yine de bu cennetin daha önce var olup olmadığı ile ilgili olarak hala bir fikir birliği bulunmuyor.