Dünyanın büyük bir karantina sürecinden yavaş yavaş çıkmaya başladığı dönemde, ruhsal sağlık üzerinde yaşanan etkilerin daha fazla öne çıktığının ve halihazırda yaşanan psikolojik sorunların perçinlendiğinin gözlemlendiği bir gerçektir. Bu gerçekten hareketle, televizyon tarihinin en çok tanınan talk show sunucularından Oprah Winfrey’in Prens Harry ile birlikte yapımcılığını yaptığı yepyeni belgesel serisi gözleri üzerine çekiyor. İlk sezonu için, ekstrasıyla 6 bölüm olarak yayınlanan “The Me You Can’t See” adlı mini belgesel serisi, ikilinin kendi deneyimlerinden yola çıkarak küresel boyutta her sosyo-ekonomik katmanda yaşanabilen akıl sağlığı konusunu mercek altına alıyor.

Özellikle Harry’nin annesi Prenses Diana’nın vefatı ve sonrasında kraliyet ailesi merkezinde yaşadığı travmaları anlatması bağlamında büyük ilgi çeken yapım, yayınlandığı 21 Mayıs 2021 tarihinden itibaren Apple+TV platformunun dünya çapında en çok izlenen programı olarak yer alıyor. Sadece sunucuları Oprah ve Prens Harry’nin çocukluk travmaları ile kendi iyileşme süreçleri üzerine dürüst paylaşımlara yer vermekle kalmayan seri, aynı zamanda müzisyen Lady Gaga ve aktris Glenn Close’dan NBA oyuncuları DeMar DeRozan ve Langston Galloway’a değin birçok ünlü kişinin yaşadıkları psikolojik sıkıntıların birincil ağızdan bizlere aktarımına kanal oluyor. 

Bunun yanı sıra, geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz yıldız aktör Robin Williams’ın oğlu Zak Williams, ABD’nin popüler yemek programı birincisi şef Rashad Armstead ve sinek sıklet boks şampiyonu Ginny Fuchs gibi kendi profesyonel yaşamlarında kaygı bozukluğu, obsesif kompülsif bozukluk ve depresyon gibi ruhsal hastalıklarla mücadele eden ünlülerin aktarımlarına da yer veriliyor. Böylece Oprah ve Harry moderatörlüğündeki seri, geniş kitlelelerce tanınan şahsiyetler ile halktan bireylerin deneyimlerini; alanında uzman sağlık çalışanlarının ve akıl sağlığının önemini vurgulayan savunucuların görüşleri yoluyla izleyicilere rehberlik edecek bir formatta sunuyor.

Milyonların sessizlik içinde akıl sağlıklarından endişe ederek acı çektiği bir dünyada, kendi travmalarının üstesinden nasıl geldiklerini anlatan cesur yürekler nezdinde biz izleyicilerine de kendi travmalarımızı fark ederek gerçeği arama konusunda bir fırsat, gelecek için yeni bir anlayış ve umut veriyor.

Açılış sekansında ifade bulduğu gibi, büyük küçük herkesin üzerinde hem fikir olduğu bir konu var ki o da pandeminin, hepimiz için oldukça zorlu bir tecrübe olduğu ve tüm insanlığa bir ayna tuttuğu. Öyle ki, herkesin bir şeyler kaybettiği ve bunun acısını duyduğu bir gerçek. Ancak hâlihazırda acı çekmekte olanların bu küresel zorluk ile çok daha fazla acıya katlanmak durumunda olduğu da net bir şekilde gözlemlenmekte. O yüzden de aslında Korona günlerinin herkese eşit bir zorluk yaşatmadığının da çok açık olduğunu söylemek mümkün. Bu nedenle toplumun her kesiminden bireylerin yaşadıklarını, nasıl etkilendiklerini ne kendilerini ne de diğerlerini yargılamadan ve etiketlemeden, kendi öyküleri içerisinde dinlemek çok kıymetli bir hâl alıyor. Dolayısıyla The Me You Can’t See serisinin, bunu akıl sağlığının önemi noktasında yapılandırması onu dikkate değer bir yapım olarak ön plana çıkarıyor.