Sahne dünyasının parıltılı ışıkları arasında bir genç kadın olarak kişisel bakımın önemini yirmili yaşlarımda keşfettim. Vücudumu, duruşumu, nelerin uygun olduğunu anlamaya başladım. Şansım bu işin profesyonelleriyle çalışmamdı. Etrafınız insanları en iyi göstermeyi bilen görüntü yönetmenleri, fotoğrafçılar, moda editörleri, kuaförler, makyör ve makyözlerle çevrili olunca işiniz daha kolay oluyor. Bana göre, vücudunu tanımak kendini tanımak demek. Kendini tanıdığın zaman da yakışanı bilirsin, kendini taşımayı da. Tabii tanımanıza izin verirlerse.

Günümüzün estetik algısı sürekli olarak kadın bedeni üzerinden gidiyor. Kadın bedeni cinsel obje rolünü de geçip her türlü anlamı ve algıyı oluşturmak için tüketim medyası tarafından pompalanırken bu dünyanın içinde gerçek bir kadın olan bizler, beden ölçülerimizle sürekli kavga halindeyiz. Ayrıca kadının cinselliğinin meme ve popoya indirgenmesi, kadının sadece zevkusefa âlemlerinin popo sallayan açık saçık eğlencesi gibi sunulması hem bizi değersizleştiriyor, hem de bu dayatma, kız çocukları başta olmak üzere hepimizin algısını bozuyor, bunun dışında olan tüm sistemi ise yozlaştırıp vücudumuz üzerinde herkesin söz söyleme hakkı varmış gibi tuhaf bir durum oluşturuyor. Haydi o zaman şimdi aynanın karşısına geç ve kendine bakarak şu cümleleri söyle:

Günlük Olumlama:

“Bedenim ait olduğu haliyle muhteşem. Ben kendimi seviyor ve beğeniyorum.”

İncelmek, düzelmek, kusursuz olmak. Nedir bu kavramlar?

Hollywood sinemasından moda endüstrisine dünya medya devleri bize hep çok şişman, çok çirkin, çok genç, çok yaşlı, çok büyük, çok küçük diye sayısız etiket dayamıyor mu? Bunu kimler belirliyor?

Moda sektörü ve reklamcılar…

Onlar kim?

Çoğu aslında kadın bedeninden çok oğlan çocuğu görüntüsünü beğenen ve bize bunu servis eden moda sektörü. Tüketim çağı mecralarından bize doğru akan, sürekli olarak şarkıcı, oyuncu ve reklam yıldızlarının baskın olarak görsel algımızı maniple ettiği, hızlıca tükettiği modalar, bol photoshop’lu imajlar.

Sürekli değişen vücut oranları ve toplumca psikolojik şiddet olarak dayatılan bir algı var. Sonuç, kendini sevmesini ve beğenmeyi bilmediği için bunu hep başkalarından bekler hale gelmiş “dişi” topluluk. Öyle ki bunun uğruna bedenine estetik cerrahiden anlamsız cinsel ilişkilere kadar geniş bir yelpazede eziyet eden bir kadın nesli.

Bak güzel kız kardeşim.

Östrojen hormonunun bir göstergesi olarak vücudun şekillenir. Poponun büyük olması dişil olduğunu, doğurgan olduğunu, kadın olduğunu gösterir. Kıvrımların senin en büyük gücündür.

Şimdi neyi beğendiğine bir bakalım. Yeni yıl defilelerinde izlediğin Allah’ın boş vaktinde yarattığı Victoria’s Secret modelleri mesela. 34 beden bu kızlar, her sabah güne sadece haşlanmış meyve veya lapa ile başlar, her gün mutlaka 2 saat antrenman ile sporunu yapar, haşlanmış balık, sebze ve detoks suları ile günlerini geçirirler. Yani öyle görünmelerinin bile bir bedeli vardır. Ancak güzelliklerinden para kazanan bu nedenle kamera önüne seçilen insanlarla biz aynı değiliz. Vücut ölçülerinin öyle olmasının bir nedeni var, elbiseleri iyi taşımak. Ama sadece podyumda ve moda dergilerinde. Siz hiç bu kızlara bayılan bir erkek gördünüz mü? Bu kızları kadınlar beğeniyor.

Biz kadınız, kıvrımlarımızla güzeliz. Çocuklarımızı beslemek, erkeğimize çekici görünmek, hepsi şu muazzam kalçalarımızdan geçiyor. Ancak doğal olanlarından. Toplumsal bilinçaltımıza kazınan kodlar ile beğenilme ihtiyaçlarımız şekilleniyor. Halbuki, özgünlüğümüzü takdir etmeliyiz. Kendimizi takdir ettiğimizde hemcinslerimizle eğer var ise rekabet kalmayacak. Kendinden emin olan, kendini beğenen her birey başarılı, güzel ve akıllı insanların çevresinde olmasını ister. Öğrendiğim şeylerden biri de bu.

“Kızlar rekabet eder, kadınlar destekler.

Siz hangisisiniz?”

Kendinizi çok sevin, kendinizi çok sevmekten asla vazgeçmeyin. Çünkü muhteşemsiniz.

Burada aslında bilmediğiniz bir şeyi anlatılmıyor. Daha önce sayısız kereler, farklı isimlerle karşınıza çıkmış bilgiler. Bu yazılardan binlercesi yazıldı, yazılacak. Bu dünya üstündeki her insan aynı bilgileri hissedip, anlayıp, yükseldiğinde, işte o gün ne kutlu bir gün olacak.

Nasıl Hastalandık?

Görünmeyen kuvvetli bir ağ ile birbirimize bağlı ve bir olduğumuzu anladığımdan beri dünya üstündeki yaşayan tüm varlıkların iyi olması için kendimi çalışmaya verdim.

Hepimizi üç silahşorlar gibi hissediyorum: Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için! Biliyorum ki siz kendinizi daha iyi hissettiğinizde, hepimiz daha iyi olacağız. Çünkü hepimiz birbirimiz için varız. Birbirimizi yukarıya çekebiliyorsak dünyamız daha iyi bir yer olacak. Sadece insan değil!

Rüzgârı, kedisi, yengeci, meşe ağacı, köstebeği, nehri, kuartz kristaline kadar yaşayan her şeyi ile biriz.

Yaşamaya en değer şey bu değil mi sizce de?

“Başkaları için yaşanmayan hayat, yaşanmaya değmez.”

– Rahibe Teresa

Bu ne mi demek? Birbirimize hizmet için buradayız demek. Karşılık beklemeden vermek demek, hizmette olduğumuzu unutmamak demek. Beklentisiz olmak, karşındakinin iyiliğini kendinden çok gözetmek demek. Çok iddialı değil mi?

Çok uzağa değil, seksenli yılların başına bakalım.

Yaşadığımız mahalledeki tüm çocuklarla eşit olduğumuzu bildiğimiz zamanlardı. Kimsenin zenginliği, ırkı, dini bizim için bir şey ifade etmiyordu. Hepimiz aynı okulun sıralarını doldururduk. Minik ama pek lezzetli Anamur muzunu, herkesin alamayacağı bir meyve olduğu o günlerde beslenme çantamıza, sınıfımızdaki o muzu yiyemeyecek kardeşlerimizin canı çekmesin, üzülmesinler diye koymadığımızı bilirim. Biz en iyi ayakkabılarımızı okula giymezdik, bilirdik alamayacak olanların üzüleceğini. Oyuncağımız bir taneydi paylaşırdık. İyiyi kendimize saklamayı bilmezdik. Evlerimiz de öyleydi.

Büyüdük sonra. Toplumumuz değişmeye başladı. Dünya da değişmeye başladı insanlar da, düşünceler de dalga dalga yayıldı. Çağ değişince insanlık paylaşmaktan ziyade kendine dönük bir hal aldı. Kendine bakmak gitti yerine kendine tapınmak geldi. Ruhlar boşalınca insanlar aynadaki yansımalarını kendileri zannettiler. Bilgi çağı, elektronikler, modern hızlı şehir hayatı ve ona uygun hızla değişen toplum ve insan ilişkileri, her anlamda koptu insanlık: Birbirinden, kendinden, özünden ve kaynaktan. İnsan bozuldu. İnsanlık bozuldu. Bozulunca, hastalandı. Zihnen, manen ve madden.

Peki ne anlatacağım? Anlatacağım ne çok şey var size. Sonuçta neyi öğrenmiş olmanızı istiyorum biliyor musunuz, iyi olmanın katmanlarını…

Karşımıza gelen ne varsa hepsi dersimiz, hepsi öğretmenimiz. Bazısı bizdeki en iyiyi çıkarıyor, bazısı en kötüyü. Kötü yaşanan ne var ise algını değiştirdiğinde dersi görebiliyorsan işte orada sıçradın demektir. İşte bu kadar küçük yerlerden başlıyor. Her şey bir dalga efekti gibi çünkü, parmağınızın ucu ile bir noktaya dokunuyorsunuz, o noktadan dalgalar büyüyor. Kıyıya vuruyor. Davranışlardan önce duygular, onlardan önce düşünceler hepsi birbirine etki ediyor. Nasıl bir dalga yaratıyoruz varlığımızla dünya üstünde görüyor musunuz?

İyilik Sende Kitabından Alıntıdır.