Herkese merhaba, Ben Ayşe Tolga. Burası “İyilik Sende”. Burada bolca iyi yaşam bilgisi bulacaksın.

Belki biliyorsun belki bilmiyorsun ama ben bir yazarım aynı zamanda ve dört tane kitabım var. Bu kitaplarda yaşam kalitenizi arttıracak ve yaşam kalitenizle birlikte sizlere kalıcı olarak bolluk ve bereket enerjisinin ne olduğunu anlamanızı ve bolluk ve bereket içinde yaşamanızı sağlayacak pek çok ipucu paylaşıyorum. Bu kitaplardan en son çıkanı da “Bereket Sende”. Bu bir video serisi olacak. “Bereket Sende” başlığı altında yaşamınızın her alanına bolluğu ve bereketi getirecek, “Bereket Sende” kitabımda paylaştığım yedi yolu anlatıyorum. İşte ilk yol.

Hayatınızın her alanına bereketi getirecek yedi yol nedir? Aslında öncelikle bereketi biraz açmamız lazım. Bereket nedir sizce sevgili dostlar? Bereket nedir diye hiç düşündük mü acaba? Kiminize göre bereket belki her an için cüzdanınızda bitmeyecek sınırsız bir paranın olması. Kiminiz için ise kasanızda külçe külçe altınların olması Peki sadece bu mudur bereket? Bereket gerçekten sadece maddi yani parasal bir servet sahibi olmak mıdır ya da bereketin bizim fark etmediğimiz bambaşka bir tanımı olabilir mi?

İşte bolluk ve bereketle ilgili bir video çekerken öncelikle bereket tanımlarına birlikte bakmamız gerektiğini fark ettim. O yüzden de size bereketin ne olduğunu, bereket enerjisinin ne olduğunu biraz daha açmak istiyorum. Bereket aslında bir frekanstır ve dünyanın ve kainatın temel frekansıdır. Çünkü dünya ya da kainatta kıtlık diye bir şey yoktur. O yüzden insanlar kıtlık bilincinde oldukları için, insanlar bir şeylerin yokluğuyla terbiye edildikleri için, yokluk gördükleri için ve varlık değil yokluk bilinciyle yetiştirildikleri için kıtlık bilincinde doğarlar ve atalarından, annelerinden, babalarından ve onların büyükannelerinden, büyükbabalarından ve tüm dünyaya sirayet etmiş bir kıtlık bilinci vardır. Bunun en temellerini geçtiğimiz dönemlerde, savaş sonrası dönemlerde, büyük afet dönemlerinde görürüz zaten ve kuşaklarca bu genetik bir bilgi olarak aslında bizlere aktarılır. Gizli bir enerji olarak aktarılır. Kıtlık kodu diye aktarılır.

Kıtlık kodunun içine girip ne olduğuna baktığımızda aslında işte orada bereketi de çözeriz. Ben frekans dediğimde bu bazılarınız için “Bu Ayşe de ne diyor böyle işte frekans mıymış neymiş” diye söyleyenleriniz olabilir. Çünkü “Titreşimini Yükselt Hayatın Değişsin” diye bir kitap yazdım ve bunun içinde kendimle kişisel araştırmamla giderken biraz daha kuantum fiziğine daldım ve kainattaki her şeyin, senin bedeninin, dünyanın, uzayın, aklına gelebilecek her şeyin en temelin enerji olduğunu, enerjinin de bir titreşim olduğunu ve titreşimin de bir frekansı olduğunu biliyor olmalıyız artık. Bunun evrenin temel ve değişmez yasası olduğunu anlarsak, eğer bereketin de bir frekansı olduğunu, kıtlığın da bir frekansı olduğunu anlarız.

Kıtlık düşüncesi şöyle gelir: Zengin olabilmek için, hayatımın sonuna kadar refah içinde devam edebilmem için çok çalışmam lazım Çok çalışırsam, çok emek verirsem, çok çaba gösterirsem ancak ekmek alabilirim, karnım doyabilir refah içinde olabilirim. O zaman 7/24 çalışan temizlik işçilerinin ya da çok daha uzun saatler mesai harcayan, fizik gücüyle çalışan işçilerin müreffeh bir seviyede olması lazım. Demek ki kıtlık bilinci bizi yanlış bir yere kodluyor. Ben demek istemiyorum ki bu arada işçiler hayatları boyunca böyle çalışsın. Bu videoları paylaşma sebebim dünya üzerindeki her insanın müreffeh bir yaşama kavuşmasını hedeflemek.

Aslında hepimiz doğuştan gelen yaşam hakkımız olan bolluğu ve bereketi deneyimlemek üzere dünyaya geldik. Ancak bir şekilde bu bize unutturuldu. Bereket frekansı yerine kıtlık frekansını seçtik. Yoklukla, çabayla, korkuyla o parayı tutmaya, bitişleri engellemeye çalıştık. Çünkü hep bitecek inancı vardı bizde. Halbuki bereket frekansına geçtiğimizde o alanın bize sınırsız sunduğu o rahat akışın içine girdiğimizde, kontrol etmeyi bıraktığımızda, analiz etmeyi bıraktığımızda ve her şeyden ötesi güvendiğimizde yaşam bize sınırsızca ve sonsuzca akacak.

Neden bu kadar uzun anlattım? Aslında en temel bilgiye sizi birazcık hazırlayabilmek için. En temel bilgi ne arkadaşlar? Ayrılık bilinci. Çünkü ilk yol olarak bizim için sevgi frekansı demiştim hatırlıyorsanız. Sevgi frekansı dediğimiz şeyin, “Ay ben yaratılmış her şeyi çok seviyorum canım” gibi sevgi pıtırcığı olmanızdan bahsetmiyorum. Kainatın en temelinin sevgi olmasından bahsediyorum. Çünkü eğer biz yaratılışın bir yaratıcı tarafından, Allah, Brahma, Elohim, ona hangi inanışta hangi ismi veriyorsan, Yüce Yaratıcı, Büyük Zeka, ne ismi veriyorsan ver ancak bir zekanın ürünü, bir zekanın yaratımı olduğunu hepimiz kabul ediyorsak eğer ve o zekanın sevgi içermediğini söylemek mümkün olmaz. Kainatın her yerindeki yaratıcının düşüncesinin eseri isek eğer biz orada da sevgi vardır. O yüzden sevgi evrenin yaratım frekansıdır ve onun altında da bereket frekansı vardır

Eğer ben yokluk içinde olacağım, sahip olduğum şeyleri kaybedeceğim ya da hep fakir olacağım, elimdekileri kaybedeceğim ile ilgili bir korku yaşıyorsam ki zaten korku diyorum sana farkındaysan, bu bir korku frekansı. Bunu yaratan şey ise kıtlık bilinci. Ama ondan önceki en temel duygu ayrılık bilinci. Ayrılık bilincinin en temel sebeplerinden bir tanesi “Bereket Sende” kitabımda da anlattığım gibi aslında sol ve sağ beyin ayrımı. Sol beyin odaklı bir toplumda yaşıyoruz. Nedir sol beyin, sol beyin yani beynimizin sol lobundan bahsediyorum. Sol beyin lobunun temel özelliklerinin günümüz Batı medeniyeti dediğimiz dünyada ki sadece Batı medeniyetiyle sınırlandırma istemem çünkü gerçekten eril diyelim ya da Ataerkil sistem diyelim, eril sistemin temel özellikleridir. Sol beyin ve sol beyin lobunun özellikleri bize şunları verir: Analizcidir, analitiktir, sonuç odaklıdır, rekabetçidir, matematiksel düşünür, lineer düşünür, başlangıç-sonuç-bitiş olması gerekir, çok sonuç odaklıdır, bir çıkar odaklıdır bunun sonunda kendisi için bir çıkar, bir kazanım, bir ödül varsa bununla ilgilenebilir ama onun dışında yoksa çok ilgilenmez. Tamamen analizci bir beyinle ilgilenir, ölçülebilir olan, görülebilir olan onun için sonucu olan, somut olan onun için gerçek, hakiki ve işe yarar görülür. O yüzden matematikle, analizle, fizikle başka şeylerle uğraşır. Görmediği, bilmediği, deneyimlemediği alanların varlığını sorgulamaz. Var olan alanlar ona ispat edilmediğinde de alayla yaklaşır. Dolayısıyla kendi kendinin kabuğunun içerisinde bir yerde yaşar. Günümüz dünyası aslında çok son 10.000 senedir bu döngüde yaşamaktadır.

Düşün dediğimiz şey, felsefe dediğimiz şeyin içerisindeki zihinsel alandır aslında ve burada beyin ve zihin odaklı bir seçimden bahsederiz. Aynı zamanda çok rekabetçidir, yarışmacıdır. Beyin özellikleri sol beyin olan insanlar dünya üzerinde kendilerini hep yalnız hissederler, hep rekabet içinde hissederler, hep izole hissederler, hep bir yarış içinde hissederler. O yüzden de kendileri ayrılık bilincinin içindedirler. Dolayısıyla sol beyin odaklı kişi şüphecidir, rekabetçidir, pragmatiktir, analitiktir.

Pragmatizm nedir? Sebep-sonuç ilişkisi vardır ve o sebep-sonuca uymayan hiçbir şey onların yasalarına uymuyorsa yoktur. Materyalizm dediğimiz maddeci felsefe biraz daha sol beyin odaklı yaşam sonucu bizlerin yaşamlarına dahil olmuştur. Materyalizm dediğimiz de “Görüyorum öyleyse varım. Gördüğüm, ölçebildiğim ve kütlesel olarak varlığını bana ispat eden şeyler benim için vardır”. Buna bağlı olarak materyalist pragmatizm diye bir şey geldi arkadaşlar. Dolayısıyla materyalist pragmatizm denen şey, kadim bütün uygarlıkların o görünmez alanından, o akaşik alan dediğimiz alandan, o frekans boyutlarından gelen kadim bilgileri tamamen bilimsel dışı kabul edip alay edip küçümsedi. Ancak sol beyin odaklı bir yaşam çok zordur arkadaşlar. Dünyanın şu anki durumuna baktığınızda, modern şehirlerde yaşayan insanların, özellikle iş dünyası içindeki insanların yaşamlarına baktığınızda kutu kutu odalarda, kutu kutu iş yerlerinde görüyoruz. Bir aylık geçimlerini sağlayabilecek bir maaş almak için toplu taşımalarda koşan; zaman odaklı, rekabet odaklı, sonuç odaklı; bilmediğini kapatan, bilmediği şeyi riske etmek sevmeyen, bilmediğinden korkan, bilmediğinden korktuğunun farkında bile olmadığı için korktuğu şeyi de alaşağı eden, görmezden gelen küçümseyen, değersizleştiren bir tavır. Aslında bugüne kadar gördüğünüz buydu. Yani bunun içerisinde pozitif bilimlerin bazı dalları da vardır. O yüzden ilimle bilim arasındaki fark da budur.

Şimdi çok uzatmayacağım sözü ancak şunu demeye çalışıyorum: Yaşamımda olmasını istediğim bir bereket alanı var ama bir türlü tezahür ettiremiyorum. Ben bereket bilincini hissetmeye çalışıyorum böyle yaptım olmuyor. O zaman yaşamında şunlara bakman gerekiyor: Kontrol ediyor musun sürekli olarak, zaman odaklı mısın, sabırsız mısın, sonucu hep böyle kendin oldurmaya mı çalışıyorsun? Arkadaşlarınla, evinde, işinde, kariyerinde her ne olursa olsun yarışmacı mısın ve bir şeyin içinde, sürecin içinde yolculuğun keyfini mi sürüyorsun yoksa alelacele bir şekilde gideceğin yere mi bakıyorsun?

İşte bunlar bile, bu yaklaşımlar bile, bu davranış ve inançlar, alışkanlıklar bile bize sol beyinle dominant bir yaşamda olduğumuzu gösterir. “Bu neyi sağlayacak, bana ne bu bilgiyi bilsem ne olacak?” diyeceksin. Belki de haklısın, belki de değilsin. Ama sen de eğer bir şeyleri çabalamaktan yorulduysan, hep farklı şeyler deneyip aynı sonuçları aldıysan, ilişkilerinde, işinde, kariyerinde, hayatın her yerinde artık çabalamaktan yorulduysan demek ki sol beyin odaklı yaşam seni de yormuş demektir.

Peki ne yapabiliriz? Biraz daha sağ beyin odağına doğru geçebilirsin. Çünkü insan sadece böyle bir varlık değil. İnsan sadece düşünen, analiz eden bir hesap makinesi, zamanında her şeyi yetiştirmeye çalışan bir robotik bir varlık değil. İnsan aynı zamanda kendine ruh üflenmiş bir varlık. Dolayısıyla zamanın içerisindeki alanda, eylemde olmak, yapan olmak, aktif olmak, hızlı olmak, seri olmak, en iyi olmanın dışında tam tersine pasif olmak, akışta olmak, var olmak var. Sadece eylem yapan değil, olan olmak ondan sonra sessiz olmak, içe dönük olmak, sezgisel olmak, vizyonların hepsinin içinde olmak, bireysel rekabetçi ama aynı zamanda kabile ruhu içinde olmak var. Bunların hepsi yine insanda var ve bunlar sağ beyin özellikleri. Sağ beyin özelliklerinin içine girdiğimizde dişil özelliklerin daha yoğun olduğunu görüyoruz.

Dişil ve eril enerji işte şu anda devreye giriyor arkadaşlar. Ayrılık frekansında olmamızın sebebi çok eril enerjinin dominant olduğu bir dünyada yaşamamız. Eril enerji sol beyin odaklı demiştik zaten. Dişil enerji ise sağ beyin odaklı. Yani nedir, sağ beyin lobunun verdiği şeyler. Sezgisellik, vizyonlu olmak, yeni fikirlere, içeriklere, akışa açık olmak, kalbe güvenmek, niyetlere güvenmek, içsel bilgilere güvenmek, kabile ruhuna ait hissetmek, bireysel değil, ben değil bizci olmak, aynı zamanda sadece kendi çıkarı, kendi fırsatı, kendi başarısı değil tam tersine bütünün hayrına olan şeylere bakmak, içsel bir hizmet ve içsel bir kabile ruhunda olmak, aynı zamanda vizyonlardan, hayallerden, projelerden, ilham veren eylemlerden beslenmek ve dolayısıyla eylem odaklı değil oluş odaklı ve dolayısıyla kontrol etmeyen, analiz etmeyen, dingin, sessiz, izleyen ve gözlemci olan buna da ihtiyacımız var.

Sürekli olarak analiz eden bir kompüter düşünün. Bu kompüteri bile işinize gittiğinizde sabah 8’de açıyorsunuz. Akşam 6’ya kadar çalışıp sonra arkadaki düğmeyi kapatıyorsunuz. Bir bilgisayarınız, bir kompüteriniz bile dinlenme fazında. Ama siz hiç dinlenmiyorsanız sol beyin odaklı yaşam her şeyi tehdit olarak algılar sevgili dostlar. O yüzden en baştaki soruma gelecek olursam, “Benim sol beyin özelliklerini öğrenmekten ne çıkarım olacak?” diye düşünebilirsin. Haklısın ama dedim ki yaşamında olmasını arzu ettiğin ama bir türlü yanından geçmeyen, seni o hiç bulmayan şans, hep teğet geçtiğin o düşünceler, duygular, ortamlar, belki o aşk fırsatı, o evlilik fırsatı, o kariyerde başarı, o ödül fırsatı, işte farkında olmadığın bu yaklaşımından dolayı geçiyor. Çünkü oldurmaya çalışmak, sürekli analiz etmek, sürekli kontrol etmek, kainatın en temel yasasına, bereket yasasına aykırı.

Bereketin oluşla ilgisi olduğu için bereketin dişil bir form olduğunu bilmelisin. Kainattaki bütün yaratım dişil formdan geçer. O yüzden tanrıça dediğin, rahminden bütün yaşamları doğuran, Rahman gökyüzü olan rahim, yeryüzü olan dünyada senin bildiğin bütün yaratım ve dünyada seni besleyen bütün bereket kanalları dişildir. Dünya, Terra dediğimiz gezegenimiz annedir. Hepimiz onun rahminden doğmuşuzdur. Dolayısıyla evrende senin beslendiğin bereket frekansı dişildir. Bereket frekansına uyumlanabilmek için dişil enerjini daha fazla yükseltmen gerek. Bu kadın ya da erkek olmanızla ilgili değildir sevgili dostlar. Şu anda erkek izleyicilerimiz varsa bu dişilik sizi feminen yapmaz. Tam tersine kadın ve erkek bedeninde olması gereken dişil ve eril enerji kalitelerinden bahsediyorum. Aynı gökyüzü ve yeryüzü gibi, aynı güneş ve gece gibi. Kadim uygarlıklardan bu iki enerji formuna Çinliler “Yin” dişil taraf; karanlık olan, Ay olan, alıcı olan, sezgisel olan ve oluş içinde olan var olmaktan gelen ve “Yang” dediğimiz ise dışa dönük olan, güneş olan, aktif olan, eylemde olan ve sağlayıcı olandır. O yüzden iki enerjinin de bedenimizde dengesinde olması gerekir. Eril tarafa da ihtiyacım var kadın olarak dişil tarafıma da ihtiyacım var. Sen bir erkeksen eğer erkek olarak senin eril enerjiye de ihtiyacın var. O eylemde olan, aktif olan, analizci ama aynı zamanda dişil enerjinin de bedeninde dengeli bir şekilde olmasına ihtiyacın var. Çünkü buradaki her şey bir frekans alanına uyumlanmaktır.

Sen bir alana girmek istediğinde senin o alanla aynı frekans alanında olman lazım. Buna hizalanmak diyoruz. Hizalı olmadığın bir alanla ilgili yapacağın hiçbir şey başarılı olmaz. Çünkü sen o alanın getirebileceği yeterliliklere sahip değilsindir. Ne demiştik en başta? Evrendeki her şey enerjidir, titreşimdir, frekanstır. Frekans dediğimiz şey o enerjinin tezahürüdür. Sen o enerjide değilsen sana bolluk ve bereketle ilgili soru sorduğumda “Benim babam zengin olsaydı Allah beni de zengin yaratırdı” dersin. “Doğuştan şanslı, sülalesinden zengin olanlar var, çok paralı insanlar zenginler zaten. Çok mal da haram olur, zenginlik de zaten güzel bir şey değildir, para zaten hep iyi insanları bulur, ben de çok şanssızım zaten çok çalışmazsan paran olmaz” gibi farkında olmadan parayla ilgili, bolluk ve bereketle ilgili seni limitleyici inançlara sahipsen eril tarafın da bunu destekleyecek tarafta eylemdeydi.

Eril enerji yapmak üzerindedir ve vermek üzerindedir. Bakın en temel şeyi söyleyeceğim size şimdi: Eril enerji vericidir. Dünyadaki eril enerjiye de bakın, sağlamak üzerindedir. Yuvayı dişi kuş yapar derler ama aslında erkek yapar. Neden? Bütün gereken gücü, bütün varlığı erkek sağlar. Eril enerji sağlayıcıdır. Sana bunu verendir. Dişil enerji ise alandır. Dolayısıyla senin eğer eril enerjin yüksekse almayı bilmiyorsun demektir. O yüzden istediğin kadar niyet tablosu çalışması yap, istediğin kadar bileğine Kabala kırmızı ipliklerini bağla, Esmaül Hüsna oku, istediğin kadar niyetlerini yüksek sesle söyle, eğer sen bilinç olarak eril alanda, almayı bilmeyen bir alandaysan bunların hepsini çöpe atman gerekir. Üzülerek söylüyorum ama sana söylediğim parmak şıklatmak kadar kolay. O yüzden yapman gereken eril ve dişil enerji kalitelerine tekrar bakmak ve var olan dengeyi, dengesizliği daha doğrusu, şu anda var olan senin durumundaki dengesizliği tekrar eski dengesine getirmek.

Peki bunu nasıl yapacağım? Bu çok basit: Gündelik hayattaki eylemlerine bakmanı isteyeceğim. Gündelik hayattaki eylemlerinde ne kadar kontroldesin, ne kadar vericisin? Ne kadar kontrol dışısın ne kadar akıştasın ve ne kadar alıcısın? Sana bir iltifat ettiğinde, o güzel sözleri söylediğinde “Teşekkür ederim” mi diyorsun yoksa “Yok ya ucuz bir şey bu zaten” mi diyorsun, ne diyorsun? Bir kere iltifat almayı biliyor musun? Her şeyden önce kendine iltifat veriyor musun? İltifat dediğimiz şey şükran duygusu içerir. Şükran duygusu, yüksek titreşime sahip duygulardan bir tanesidir. Sahip olduklarımla ilgili derin bir şükran duygusu bir kere dengeleyicidir. Çünkü eril enerjide o hep bir sonraki aşama vardır. En çok istediğin araba için senelerini verirsin belki. O arabaya binersin ve sonra gözün daha iyi bir arabaya doğru gider. Çok beğendiğin o kadınla evlenirsin ama belki de gözün dışarıdaki başka mankenlere ya da Instagram sayfalarına gider. Çünkü eril enerji doyumsuzdur. Çünkü sürekli rekabet ve sonuç odaklıdır. O doyumsuzluk sürekli olarak bir sonraki sıradakiyle, daha iyisini zannettiği şeyi aramakla geçer. Bu da insana maalesef çok afaki ve çok boş mutluluk arzusunu getirir. O yüzden günümüzde sürekli bir mutluluk arayışı var. Bu mutluluk arayışı aktif eril enerjiden dolayı sevgili dostlar.

Dişil enerjiye geçtiğimizde ise derin bir şükür içinde oluruz. Neden? Çünkü kendi niyetlerimle, kainatın niyetlerinin birleştiği bir alandayımdır. Alıcı alandayımdır. Bu alan almak üzerinedir. Bu istediğin kapının açılmasını beklemek, çok sevdiğin bir dostundan bir iltifat beklemek, hiç beklemediğin anda iş arkadaşından minik bir hediye almak gibidir. Almaya kendini açman gerekir. Tezahür dediğimiz alan, yani gerçekleştirme dediğimiz alan bereketin bir sonraki aşamasıdır. Kainatın her yerinde bereket sınırsız ve sonsuz kaynaklarda bize akmaktadır. Sadece biz çok fazla eril enerji içerisinde olduğumuzda ve onu kontrol etme ihtiyacı içinde olduğumuz için gelen hediyelerin de farkında olmayız. Hem gelen hediyelerin farkında olmayız hem gelen hediyeleri almayı bilmeyiz hem de gelen hediyeleri alarak takdir ve şükran duygusu içinde onları sahiplenmeyi bilmeyiz.

Genel olarak çevremde gördüğüm şeylerden bir tanesi bu. Gün içindeki duygularına bak. Alıcı pozisyonda olmaya çalış, fikir verme, akıl verme, nasihat verme, insanların işlerini sürekli olarak kolaylaştırma, birazcık sana hizmet edilmesini bekle. Bu erkek de olsan kadın da olsan geçerli. Genel olarak erkekler biraz daha bu enerjide. Ancak kadınsan da hizmet etmeyi birazcık bırak, her şeyi çözmeye çalışma, “Her şeyi ben hallederim” deme, kurtarıcı rolünden çık. Bakalım sensiz de işler yolunda mı? Bu söylediğim sana şimdi bereket frekansı konulu bir şeyle ilgili “Ne alaka?” diyebilirsin. Ama işin en temeli farkında olmadığın, sana kodlanmış kodlar. Bu kodların en temeli almayı bilmemektir demiştik hatırlıyorsan. O yüzden kendini almaya açmalısın.

Eril enerjinin aktif olan yanlarını, dengesiz olan yanlarını dengelemen lazım. Bugüne kadar seni güzel bir şekilde getirdi ama bazı noktalarda da seni bir robot haline getirdi. O yüzden daha fazla hissetmeye, sezgilerine daha fazla güvenmeye, kendi enerjini daha fazla dişil enerjiyle hizalamaya kendini açmalısın. Bunu yaptığın zaman ne olacak? Bunu yaptığın zaman ilginç bir şekilde hizalanma dediğimiz şeyi yaşayacaksın. Nedir hizalanmak? Bereket frekansına hizalanmak aynı bir geminin limana yanaşması, oraya demirini atması ve bütün oradaki alışverişin başlaması gibidir. Bereket frekansı aslında senin içinde olduğun ama şu anda sadece ucundan bazı alanlarda değdiğin bir alan. Bu alanın ne olduğunu keşfetmek için kendini daha fazla almaya açmalısın. “Ben alamıyorum, başka şeyler yapamıyorum” diyen pek çok şikayet eden kadın danışanım var. Diyorum ki en temel nokta kontrol etmeyi bırakmak. Çünkü en çok kadınlarda bu eril enerjinin dengesinin bozulmasını görüyoruz. Erkeklerde ise dişil enerjinin bozulmasını görüyoruz. O yüzden iki cinsiyet için farklı söyleyeceğim.

Erkeklerin yapacağı işleri yapamadığını düşündüğünde hayal kırıklığını bırak ve erkek gibi davranmayı da bırak. Her şeyi çözmek zorunda değilsin. Ağır market torbalarını taşıyacak güçtesin, ampulü değiştirebilecek güçtesin, her şeyi yapabilecek güçte olabilirsin ama yapmayı tercih edeceğin ya da etmeyeceğin zamanlar olabilir. Bunlar yaşamına çok farklı enerjiler getirecek pratik şeylerdir. Ama ben o ampulü değiştirmeyip de aylarca karanlıkta mı kalayım? Hayır, enerji alanın öyle bir hizalanır ki çevrendeki insanlar senin için her şeyi yapan insanlar haline gelirler. Çok basit bir şey gibi geliyor ama insanların çok zorlandığını biliyorum. Ben sana kendine gönüllü köleler yaratmandan, insanları hizmetkarın gibi kullanmandan bahsetmiyorum. Söylediğim şey kendini alış enerjisine açman, aynı zamanda pasif olabilmenin, alıcı olabilmenin de zannettiğin kadar zor bir şey olmadığını fark etmen. İşte bu korku frekansından kurtulmak için teslimiyet gerekiyor.

Daha önce de sana söylemiştim: Evrenin en temel frekansı, sevgi frekansı. Çünkü her şeyi yaratan yüce yaratıcının kainatı sadece sevgi frekansında yarattığını biliyoruz. İçinde olduğun, farkında olmadığın bu korku frekansı her şeyi kontrol etmene, kontrol etmediğin şeylerle ilgili kaygı duymana, bilmediğin şeylerden korkmana, bilmediğin şeylerin senin için çok büyük bir tehdit haline gelmesine yol açıyor. Bu da beynindeki limbik sistemde “kaç-kurtul-don” diye üç faza yol açıyor. “Kaç-kurtul-don”, beynin limbik sisteminin bilmediği şartlarda, kontrol edemediği şartlarda girdiği bir faz arkadaşlar. Bu faz ne yapıyor? Yoğun kortizol ve adrenalin hormonlarıyla seni gerçekten gözüne fener tutulmuş bir tavşan gibi pasif yapabiliyor ya da tam tersine her şeye hırlayan hırçın bir doberman gibi yapıyor. Bu ikisinin arasında kendini almaya açtığın alan, kontrol edemediğin durumları kontrol etmesen de hiçbir şeyin sonsuza kadar korkunç olmadığını fark edeceğin bir alan. Bazı insanlar bu alanlara çok net kadersel karmik döngülerle sığınırlar. Büyük kazalar geçirirler, büyük sağlık sorunları geçirirler. Bence senin büyü bir sağlık sorunu ya da büyük bir kaza geçirmene gerek kalmadan bu söylediğim pratiklerle bunu yapman kolay olacaktır diye düşünüyorum.

Devamını merak edersen “Bereket Sende” kitabımı okumanı öneririm.

Sevgiyle ve ışıkla.