Makrobiyotik diyet, Asya’da filizlenmiş olan yin-yang teorisinden kök alan bitkisel temelli bir beslenme düzenini ifade ediyor. Makrobiyotik teoriye göre, yin ve yangı dengelemek, temel olarak vejeteryan, düşük yağlı bir beslenme düzeni ile mümkün ve protein, karbonhidrat, yağ gibi makro beslnler, farklı enerji düzeyine sahipler. Bu tip beslenme düzeninin tarımı, çiftçiliği, sindirimi ve hatta mental sağlığı etkilediği düşünülüyor.

Makrobiyotik beslenme düzeni, yerel olarak üretilen ve organik olan gıdaların tüketimini öneriyor ve sezon dışı gıda tüketimine pek de hoş yaklaşmıyor.

Taze ve ham gıdaların yanında et ve hayvansal ürünlerin yerine bitkisel ürünlerin tüketimi öneriliyor.

Pek çok makrobiyotik diyette, çok çeşitli bitkisel gıdaların tüketimi önerildiğinden dolayı bu diyette karbonhidratlar önemli bir yer kaplıyorlar. Ancak şeker, işlenmiş gıdalar gibi ürünler olmadıkları için bu gıdalardaki kompleks karbonhidratların rafine karbonhidratlar kadar zararlı nitelikleri bulunmuyor.

Bu beslenme düzeninin en dikkat çekici yanları şunlar:

• Kalorilerin %50’sinden fazlası kompleks karbonhidratlardan, %30’u sağlıklı yağlardan ve %20’si ise proteinlerden geliyor. Karbonhidratlar yüksek olsalar da rafine karbonhidratlardan kaçınılması öneriliyor.
• Bu karbonhidratlar taze veya pişmiş sebzelerden geliyorlar ve sebzelerin genelde düşük kalorili olduklarını belirtmek gerekiyor.
• Esmer pirinç, arpa, darı, yulaf gibi kompleks karbonhidratlar toplam kalorinin %40’ını oluşturuyorlar.
• Ayrıca kalorilerin %10’u mercimek, baklalar ve bunların fermente versiyonlarından geliyor.
• Deniz sebzeleri makrobiyotik diyette toplam kalorinin %10’unu oluşturuyor.
• Kalorilerin %5’i se deniz ve balık ürünlerinden gelmektedir.

Makrobiyotik Diyetin Faydaları

Temel Besinler Bakımından Zengindir ve İnflamasyonları Azaltır

2015 yılında yapılan bir çalışmada, makrobiyotik beslenmenin anti-inflamatuvar ve kanser karşıtı özellikler gösterdiği tespit edilmiştir.
Bu beslenme düzeninde yağın enerji üretimindeki payı düşüktür ve lifler ile diğer mikrobesinleri oranı oldukça yüksektir. Bu nedenle hem anti-inflamatuvar nitelikler gösterir hem de hastalıkların önlenmesinde oldukça etkilidir.
Pek çok beslenme standardının temellerini de kolayca aştığını söylemek mümkün.

Kalp Sağlığına İyi Gelebilir

Bazı araştırmalarda makrobiyotik beslenme düzeninin kalp damar sağlığını desteklediği, kandaki lipid düzeylerini azalttığı, kan basıncını düşürdüğü görülmüştür. Bu büyük bir sürpriz sayılmaz çünkü içeriğindeki yüksek antioksidan ve anti-inflamatuvar düzeyi bu etkileri kolayca yaratabilmektedir. Bol bol lifli besin tüketmek, kardiyovasküler hastalık risk faktörlerini azaltır ve bu sayede kalp damar problemlerinin ihtimalleri düşer. Bunun sebebi ise lifli beslenmenin lipidleri azaltması, vücut ağırlığını azaltması, glukoz metabolizmasını iyileştirmesi, kan basıncını kontrol etmesidir.

Sağlıklı Bir Ağırlığı Korumanıza Yardımcı Olabilir

Makrobiyotik diyet sadece doğru besinleri yemenizi tavsiye etmez, aynı zamanda doğru miktarda tüketmenizi de önerir. Yavaş, düşünerek yemek, besinleri yeterince çiğnemek ve vücudunuzdan gelen geribildirimleri takip etmek de bu işin bir parçasıdır.
Böylece ne kadar yediğinizi kontrol edebilir, daha az tüketerek bundan da keyif alabilir, sıkılmaktan veya duygusal sebeplerden yemeye engel olabilir, doyum noktasına daha kolay ulaşabilirsiniz. Pek çok besini tüketmeye son vererek kilo vermeye çalışmak yerine, doğru şekilde yemek, açlık hissetmeden kilonuzu kontrol etmenize yardımcı olacaktır.

Şeker, Gluten ve Paketli Gıdalardan Uzaktır

Pek çok diğer tam besinli gıda diyetinde olduğu gibi, makrobiyotik diyet de paketli ürünleri, şişelenmiş içecekleri, kızarmış gıdaları ve fast food gıdaları hayatınızdan çıkarmanızı ister çünkü bunlarda şeker, boş kaloriler ve yapay bileşenler sık sık bulunurlar. Makrobiyotik diyet ise besin bakımından yoğundur, lifler içerir, düşük kalorilidir ve C, E vitamini gibi bileşenlere sahiptir.

Bunun yanında besin alerjileri olanlar için de faydalı bir beslenme düzenidir çünkü hazımsızlığa sebep olan neredeyse tüm yaygın alerjenleri kapsam dışında tutumaktadır. Ancak bu noktada yapılan eleştirilerden en büyüğü, makrobiyotik beslenme düzeninde sodyumu bol miktarda içeren soya sosu, fermente soya ürünleri ve deniz sebzelerinin bol miktarda bulunmasıdır.

Kanseri Önlemeye Yardımcı Olabilir

Kanseri önlemede beslenme düzeni, basamaklardan sadece bir tanesi ve bu durum kişiden kişiye değişim gösterebilir. Ancak bol miktarda antioksidan ve fitoöstrojen barındırmasından dolayı bu beslenme düzeninin kanser riskini bir oranda düşürdüğü tahmin edilmektedir.

Makrobiyotik diyette fitoöstrojenler bol miktarda bulunurlar ve bu bileşenler vücutta östrojen reseptörlerine bağlanarak östrojen üretimini kontrol altına alırlar. Her ne kadar çok fazla östrojen kadınlarda tehlike sebebi olsa da, 50 yaşını geçen kadınların menopozdan dolayı zaten çok düşük östrojen düzeyine sahip oldukları unutulmamalı.

Makrobiyotik Beslenme Nasıl Olmalı?

Şu gıdaları beslenme düzeninize dahil edebilirsiniz:

• Patlıcangiller harici tüm sebzeler
• Zencefil, sarımsak, soya sosu, balık sosu, bal gibi tüm taze bitkiler ve ürünleri
• Deniz sebzeleri ve yosunlar
• Fasulyeler ve mercimek türleri
• Kuruyemişler ve tohumlar, susam, badem
• Antik, işlenmemiş tahıllar
• Tahıllardan üretilen veya esmer pirinçten yapılan noodlelar
• Fermente soya ürünleri
• Rafine edilmemiş yağlar
• Çay çeşitleri veya bitkisel çaylar

Şunları ise hayatınızdan çıkartmanız gerekiyor:

• İşlenmiş ve paketli gıdalar
• Süt ürünleri
• Et
• Yumurta
• Rafine şeker ve tatlandırıcılar
• Çikolata ve kakao ürünleri
• Tropikal meyveler başta olmak üzere pek çok meyve
• Kahve
• Güçlü ve acı baharatlar
• Koyu renkli pek çok sebze, başta patlıcangiller, domates, patates ve biberler.