Bir sevda, bir aşk neler neler yaptırır, nelerden vazgeçirir, ne olmazları oldurur, değil mi? Aşktan gözeri kör olanlar, aşkı için çölleri aşanlar, dağları delenler derken aşk, insanlık tarihi kadar köklü geçmişi ile hayatımızın tam da ortasında kendisine yer buluyor. Aşkın yaşı, dini, dili, rengi, belirli sınırları yok. Yediden yetmişe herkes aşık olup aşkından tüm hayatını baştan sona değiştirebiliyor. Madem aşk bu kadar güçlü, bu kadar çok etkili bir duygu da, neden herkes bu aşktan aynı derecede etkilenmiyor ya da kim neye göre, kime aşık oluyor? Aslında bu sorunun cevabı tam bir muamma! Hatta çok insani bir duygu olan, Adem’le Havva’dan beri var olan “aşk” nasıl oluyor da bazılarına hiç uğramıyor, bizler deyim yerindeyse aşktan sürünürken bazıları nasıl oluyor da bu duyguyu hiç tanımadan yaşamdan kopup gidiyor?

Aşka düşmemize sebep olan ne kadar çok insani etken varsa, aslında aşktan kaçmaya ya da aşkı hiç tanımamaya götüren de çok sayıda sebep vardır. Aşk, gayet doğal, çok insani bir duygudur ve aşka düşmek için de daha normal bir duygu durumu içinde olmak gerekiyor. Yani insanların geçmişte yaşadıkları, içinde bulundukları normal dışı, duygu durumuna zarar verici olaylar, durumlar onların bir başkasını sevip ona aşık olmasını engelleyebiliyor. İnsanlar nasıl ki kimi zaman hayattan soğuyorsa, aşktan da soğumak, hatta tamamen aşkı yok saymak mümkündür. Peki, kimler aşka, sevdaya karşı isteksiz kalabilir ya da kimlerin gönlüne aşk hiç giremez.

  • Terk edileceğinden ya da yeterince sevilmeyeceğinden korkan birisi aşık olamaz!

Herkes kendini güvende hissetmek, yarınının da en az bu gün kadar iyi olacağını bilmek ister. İşte bu arzu ve duygular kimi zaman insanların başkasına gönlünü açmasına engel olabilir. Terk edilme korkusu, hak ettiği kadar ya da sevdiği kadar sevilmeyeceği kaygısı insanları aşktan tamamen uzaklaştırabiliyor.

  • Beğenilme ve hayran olunma ihtiyacı fazla olan birisi, başkasına karşı hayranlık ve aşk geliştirmekte zorlanır!

Her birey özeldir ve herkesin sevilmeye, hayran olunmaya değer özellikleri mutlaka bulunmaktadır. Bunun için karşıdaki kişiye bir şans vermek gerekir. Herkes, başkaları tarafından sevilmek isterken, bunu da abartmamak, kesinlikle aşırıya kaçmamak gerekiyor. Zira sadece kendisinin sevilmeye değer olduğunu düşünecek kadar sapkın fikirlere kapılmak, birine aşık olmaya, başkasına hayranlık duymaya da engel olabilir.

  • Ebeveynlerine yönelik cinsel arzuları bilinçdışında devam eden kişiler aşık olmak ve sürdürmekte zorluk çeker!

Her çocuk, bir dönem annesine, başka bir dönem de babasına hayranlık duyar, ancak gelişimin bir sonraki evresine geçildiğinde bu duygular dengelenir ve normale döner. Gelişim psikolojisi öğretilerine göre, hemen herkes aynı evreleri mutlaka yaşamaktadır. Fakat bu evrelerin ne kadar uzunlukta olacağı, ne şiddette yaşanacağı kişiye göre değişiklik göstermektedir. Eğer bir kişi bu evrelerden birini tam olarak yaşayamazsa da bir üst evreye geçemez. Yani çocukluğun bir döneminde anne ya da babaya karşı duyulan yarı cinsel hayranlık dönemi başarılı ve sağlıklı bir şekilde geçmemişse, kişi hayatı boyunca bu duygunun etkisinde kalabilir ve ebeveyni dışında herhangi birine aşk ya da sevgi besleyemeyebilir.

  • Başkalarına güvenemeyen, sürekli aldatılacağından, kandırılacağından şüphe eden kişiler aşık olamaz ya da aşkı sürdüremez!

Aşk, bir güven, bir tür teslimiyet halidir. Yaşadığı herhangi bir sorun, bir olumsuz deneyim sebebiyle başkalarına karşı güvenini kaybeden kişiler, her yakınlıkta yine aldatılacağını düşünebilir ve biriyle sevgi, aşk bağı kurmakta zorlanır. Aldatılma, kandırılma, terk edilme şüpheleri birine teslimiyeti, gözleri kör eden bir aşka kapılmayı engellemektedir.

  • Sürekli olarak yoğun bir ilgi gösterildiği zaman rahat edebilenler sevip aşık olamazlar. Bazıları ancak başkaları tarafından beğenilip arzulandıklarını gördüklerinde huzurlu hissedebilirler!

Herkes başkaları tarafından sevilip, takdir edilmek ister, elbette ki bu bir gerçek. Ancak bunun aşırı boyutta olduğu, sürekli olarak yoğun bir ilgiye ihtiyaç duyan, hep sevilmek, beğenilmek ihtiyacı hissedenler aynı duyguları kendileri de başkalarına karşı hissedemezler. Çünkü onlar sadece sevilmeye, beğenilmeye odaklanmışlardır.

  • İnsanları ve kendisini “çok iyi” veya “çok kötü” gibi uçlarda algılayan, insanların ve kendisinin iyi ve kötü yanlarını bir arada bir bütün olarak algılayamayan kişiler sağlıklı bir aşk ilişkisi geliştiremez ve sürdüremezler!

İyilikler de, kötülükler de her şey hayata dair ve her şey hayatın içinde kendine yer bulabiliyor. Hiç kimse tamamen kötü ya da tamamen iyi değildir. Hayatın içindeki siyah ve beyazlardan çok grileri görmeye odaklanmak gerekiyor. İnsan bu, toplumsal bir varlık olduğuna göre, toplum içinde, toplulukla barışık olabilmenin, mutlu olmanın ve mutlu edebilmenin temeli aslında bu grilerden geçiyor. Ne zaman ki; kendimizi ya da diğer insanları çok iyi olanlar ya da çok kötü olanlar olarak sınıflandırırsak, tüm özelliklerimizle bir bütün olarak kabul edemezsek o zaman başkalarına karşı hoşgörü, anlayış, aşk ve sevgi gibi duyguları da geliştirmemiz söz konusu olmaz. Zira aşk, çoğu zaman “koşulsuz kabul” ilkesiyle yaşamayı gerektirir.

  • Bencil olan, empati yapma yeteneği sınırlı olan, merhamet ve vicdanı çok gelişmemiş kişiler gerçekten sevip aşık olamaz!

Aşk, elbette ki çok kıymetli, çok özel bir duygudur. Ancak aşk için de asli bir teslimiyet, karşısındakini “ben” kabul edebilme, deyim yerindeyse “deli gibi sevebilme” gerekmektedir. İşte bu da herkes için mümkün olmaz. Aşk için tüm bencilliklerden arınmış olmak, karşımızdakini olduğu gibi kabullenmek, onun gibi düşünebilmek, onu çok düşünebilmek gerekiyor. Bu bakımdan kendine konsantre olan, kendini fazla seven, daha doğrusu sevgi vermeyi, sevmeyi bilmeyenler aşık olmaz, sevemezler. Aşk; vicdan, merhamet, sevgi gibi duyguları içinde fazlasıyla barındırmayı gerektiriyor.

  • Başkalarıyla yakın sevgi ilişkisi kurmak ya onları tamamen içine almak ya da onlar tarafından yutulmak anlamına geliyorsa yakın ilişkiler korkutucu, tehlikeli olarak algılanabilir!

Aşk, birine kalbini, ruhunu, yaşamını tamamen açmak demektir, aynı şekilde onu da koşulsuz, kuralsız, tamamen yaşamının içine almak, onunla bir olmak demektir. Hal böyle olunca aşk, herkes için çok da olanaklı olmayabiliyor. Çünkü birinin yaşamının tam ortasında olmak, başkasını hayatının merkezine getirip oturtmak aslında çok zordur, kimi zaman, bazı kişiler tarafından bu, “tehlikeli ve korkutucu” olarak algılanabilir. Aşık olduğumuz kişinin bizim her şeyimiz olmasını kabul edebilmek de aslında biraz zordur.

  • Duygularının esiri olup uygunsuz bir şey veya hata yapmaktan korkan insanlar kendilerini aşka bırakamazlar!

Kendini duygulara teslim etmektir aşk. İşte bu da herkes için mümkün olmaz. Çünkü duyguların esiri olmak aslında biraz da tehlikeli, korkutucu olabilir. aşk, hata yapmaktan korkmamaktır, gözleri kör olmuşçasına sevebilmektir. Bundan korkarak da aşka düşmek söz konusu olmaz. Ancak unutmamak gerekir ki, hatalar hayata dair, hayatın bir parçasıdır. Hata yapmaktan korkanlar, şu hayat içinde aşk da dahil olmak üzere yaşanacak pek çok güzel duyguyu daha bulmadan kaybetmektir. Biraz da közü kara olmakta fayda var. Siz ne dersiniz?

Koronavirüs ( Covid-19), sizde travma oluşturduysa ve sürekli olarak bu konu ile ilgili yoğun ve süreğen kaygı hissediyorsanız ve  neler yapacağınızı, nasıl baş edeceğinizi bilmiyorsanız bunu birlikte çalışabiliriz. Online terapi almak isterseniz bana bu numaralardan ulaşabilirsiniz.

Uzman Klinik Psikolog Diana Güler
Telefon: 0216 266 24 48 & 0533 086 30 22
Mail: info@dianaguler.com
İnstagram: dianagulerr