“Sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez.” Sokrates

Delfi Tapınağı’nın girişine kazınmış olan üç söz vardır: γνῶθι σεαυτόν (“kendini bil”), μηδέν άγαν (“aşırılığa kaçma”) ve Ἑγγύα πάρα δ’ἄτη (“kesinlik, felaketin yanındadır”).

Orakl’ın bilgeliğinden yararlanalım ve Delfi vecizelerini biraz daha derinden analiz etmeye çalışalım.

1) Kendini bil: Kendini sorgula

“Koşullar insanı oluşturmaz; sadece onun kim olduğunu ortaya koyar.” Epiktetos

Bir kimsenin kendisini bilmesinin, benliğini bilmesinden daha iyi bir yolu olmayabilir. Kendinizi sorgulamanız, kendiliğinden oluşan savunma duvarlarınızı yıkar ve otomatik olarak konfor alanınızı genişletir.

Şu güçlü soruları kullanarak sizi kendi yolunuzdan çıkarır: Gerçek’i yeniden öğrenmek için öğrenmiş olduklarımı nasıl unutabilirim? İnançlarımı, gerçekliği asıl haliyle kabul etmeleri için nasıl ortadan kaldırabilir ve sonra tekrar programlayabilirim?

Şartlandırma, dogmatik dar görüşlülükten daha iyi kaçınabilmek ve dünya görüşüme açık fikirlilik kazandırmak için yeniden nasıl şartlandırabilirim? Benim tek müthiş ve değerli hayatımla ne yapacağım? Ya da ne yapmayı seviyorum ve bunu neden yapmıyorum?

Bu tarz sorular sade bir sorgulamanın ötesine geçer. Bu sorular, benliğin sorgulanmasıdır. Kendini sorgulamak, eski benliğinizi kaybetmeniz ve tam olarak yenisini inşa etmeniz için güvenilir stratejilerdir; çünkü bu yöntem, agresif bir şekilde zihin açan, kalbi genişleten ve ruhu şaşırtan sorular soran bir yöntemdir.

Asla tek bir cevapla yanıtlanamayan bu sorular, acımasız ve yüksek bir akıl yürütme biçimi ile duygudan bir adım öne geçerek bilişsel uyumsuzluğu proaktif bir şekilde aşar.

Sözde verilmiş yanıtları parçalara ayırır. Kıyımdan itibaren kozmik yasayı geçerli kılan şeyleri onurlandırır, olmayanları ise gözden çıkarır. Ancak böyle bir onurlandırma hala kabul edilebilir değildir. Hatta, hala yanlış olabileceği olasılığına karşı daha yüksek olasılıklar için derin bir düşüncedir.

Bu şekilde düşünmek, kılıç gibi bir soru işareti kullanmaya benzer. Gereksiz olan şeyleri keser. “İnancı”, “düşünce” ile değiştirir. Kesinlik kavramlarını reddeder. Hem duran at arabalarını hem de atın önünde sıkışmış olan arabaları alaşağı eder. Kendini; benliği aşmaya açar.

Kendi kendini sorgulamak, özellikle de kendi şartlanmanızın köklerine inmeniz ve insan halinizle ilgilidir. Bir sorunun özüne inmekle ilgilidir. Bu durumda, modası geçmiş olan benliği tanıma sorunu ve sonrasında bunu bir kenara atarak daha güncel, açık fikirli ve kendini daha fazla gerçekleştirmiş Benlik inşa etmekle ilgilidir.

2) Aşırıya kaçma: Ölçülü ol

“Bilgelik, önce gelir: ardından ölçülülük takip eder; bu ikisinin cesaretle birleşmesinden adalet doğar.” Platon

Ölçülülük, dört temel erdemden biridir. İnsan mükemmelliği bir karakter sanatı ise o halde karakter, dört temel erdemi uygulama sanatıdır: cesaret, ölçülülük, bilgelik ve adalet; bunlar insanı ahlaki erdeme götürür. Bir ömür boyu gelişen ahlaki erdem, eudaimonia’ya yol açar: Eudaimona, insanın gelişmesidir.

Ölçülülüğü düşünürsek, hayatın güzelliğinin var olabilmesi, denge olmasını gerektirir. Hayatın çirkinliği genelde bu dengenin ne olduğunu anlayamamamızdır.

Ölçülülük, özellikle sağlıklı frekanslarla uyumlu olmadığımız zamanlarda yanıltıcı olabilir. Ancak neyse ki sağlığın kendisi başlı başına bir ölçüdür.

Ancak Aldo Leopold’ün söylediği gibi, “Bir şey, yaşamsal topluluğun bütünlüğünü, istikrarını ve güzelliğini koruma eğiliminde olduğu zaman doğrudur. Aksi durumda ise yanlıştır.”

Hayatta uygulamak için temel bir kural: Ölçülü olmak da dahil olmak üzere her şeyde ölçülülük gerekir. Bu şekilde kozmosa proaktif olarak denge aşılarken aynı zamanda hayatın tadını çıkarırız. Önemli olan, hem kendimizin (çoğunlukla) ölçülü hem de (daha az olmak üzere) ölçüsüz seçimlerimizin sonuçlarının sorumluluğunu kabul etmektir. Bu gerçekten zor olsa da yapılabilir.

Bunlardan birinde başarısız olursanız en azından Gandhi’nin şu bilge sözleriyle yaşamayı deneyin: “Basit yaşa ki, diğerleri de yaşayabilsin.”

3) Kesinlik, felaketin yanındadır: Kör inanca karşı önlem alın

“Bir düşünceyi kabul etmeden düşünebilmek, eğitimli bir zihnin işaretidir.” Aristo

Bu Delfi vecizelerinin bence en önemlisidir. Bir kişi, birinci ve ikinci vecizeleri uygularsa ortaya doğal olarak bu çıkar; işte bu yüzden en önemlisinin üçüncüsü olduğunu düşünüyorum.

Ancak bunun tersi de doğrudur. Eğer kişi belirsizlik, şüphe, temkinlilik ve acımasız bir kuşkuculuk (kesinliğe rağmen) uygularsa o zaman ilk iki vecize otomatik olarak kapsanmış olur.

Üç vecizeden en zor olanı budur; çünkü bu ilkeyi uygulamak genelde kişinin hatalı, kusurlu, hataya meyilli ve tarihsel olarak çok şey hakkında yanılmış olan genç bir türün üyesi olduğunu itiraf etmek anlamına gelir.

Buna, özellikle en değerli inançlarımız da dahildir. Ve özellikle inançlarımız hakkında yanıldığımızı kabul etmek, bir insanın yapabileceği en zor şeydir.

Şunu deneyin: Düşündüğünüze inanmayın; düşündüğünüzü sorgulayın. Kesinliğin ilacı meraktır.

Mevcut durumumuz ile daha sağlıklı ve daha açık fikirli bir durum arasındaki yolda inançsız, şüpheci, anlayışlı ve meraklı bir durumda olmak; inançlı, kesin, ilgisiz ve ayırt edemeyen bir durumda olmaktan neredeyse her zaman daha iyidir.

Peki neden? Çünkü kesinlik durumunda olmak, bir ütopyayı boş yere hasır altı etmeye çalışmak gibi bir hata yapmaya çalışmaktır ki bu da, istemeden de olsa distopya yaratır. İyi niyetler; kişinin niyeti mükemmellik kavramlarını, mükemmel olmayan bir sistem için zorlamak olduğu zaman alakasızdır.

İnsanlık durumunun karın ağrısı her zaman kusurluluk olacaktır. Mükemmel olduğumuz bir durum asla olmayacaktır. Bu yüzden kendimizi hangi durumda bulursak bulalım, daima sorgulamamız gerekir. Özellikle de kesinlik durumları ve dogmatik bakış açıları durumunda.

İnsanlar, bilgiye yaklaşımımızla ilgili sadece iki seçeneğimiz olduğunu düşünme eğilimindedir: Kesinlik ya da belirsizlik. Ancak her ikisi de bizi bir yere götürmez ve bilişsel kayıtsızlığa yol açar. Belirsizlik olmadan kesinlik olması, bilişsel durgunluğa yol açar. Kesinlik olmadan belirsizlik olması ise bilişsel kaygıya yol açar.

Bu ikisi arasında her zaman üçüncü bir seçenek vardır: Bilişsel bütünlük, felsefi bir araç olan yanılabilirliği uygulamaya dayanır. Bu, sadece bir tür olarak yanılabilirliğimizi kucaklamak ve onu sahiplenmekle ilgilidir. Ayrıca bizi, Dunning Kruger etkisine, üçüncü şahıs etkisine ve diğer pek çok bilişsel yanılgıya düşmekten kurtarır.

Yine çok kıymetli  bir düşünür Rene Descartes, “Düşünüyorum, o halde varım” demişti. Ancak St. Augustine’in şu sözünün Descartes’ın bile önüne geçtiğini düşünüyorum: “Hata yapıyorum, o halde insanım.”

 

hatalarımızla güzellikle

Ayşe