Günümüzdeki yangınların ezici çoğunluğunun nedeni, doğrudan doğruya insanlar veya insan-kaynaklı dolaylı nedenlerdir. 

Daha önceden izah ettiğimiz üzere, bir yangının başlayıp başlamayacağını belirleyen 3 faktör vardır ve bunlara ateş üçgeni adı verilir:

Yakıt: Kolayca yanabilen (“yanıcı” olan) yaprak, dal, çer çöp gibi doğal maddeler ile ateşi başlatmakta kullanılabilecek benzin veya yağ gibi kolay tutuşan maddelerdir.

Oksijen: Yanma tepkimesinde havanın %21’ini oluşturan oksijen tüketilir.

Enerji: Yakıtı oksijen ile bir aradayken tutuşturabilecek (teknik olarak, “tutuşma sıcaklığı” üzerine çıkarabilecek) enerjiyi verecek bir kıvılcım veya daha önceden başlamış bir ateş.

Görebileceğiniz gibi, bu üçü bir arada olduğu müddetçe, yangınlar kendi kendilerini sürdüren olgular olarak yollarına devam ederler: Çünkü yangında var olan ateş, enerjinin açığa çıkmasına neden olur ve ortamda yakıt ve oksijen olduğu sürece, bu yakıt yanmaya devam eder ve yangın da sürer.

Dolayısıyla bir yangını durdurmanın tek yolu, bu üç faktörden birini veya birkaçını ortamdan uzaklaştırmaktır:Örneğin yangının üzeri su veya battaniye ile örtüldüğünde, oksijen ortadan kaldırılmış olur ve yangın devam edemez. Benzer şekilde; yangınların ilerleyişini aksatacak şekilde, ormanlar içine kesilmiş ağaç ve temizlenmiş çalı koridorları (“yangın koridorları”) açmak, yangının ihtiyaç duyduğu yakıtı ortadan kaldırarak yangınların yayılmasına engel olacaktır. Son olarak, yangın yasakları getirip, insan-kaynaklı ateş unsurlarını ortadan kaldırmak, olası bir yangının kıvılcım ihtiyacını ortadan kaldırabilir.

İklim Değişimi ve Küresel Isınma

İklim değişimi, ne sadece doğal bir nedendir ne de sadece yapay bir nedendir. Dünya iklimi, uzun zaman aralıklarında sürekli değişmektedir ve buna bağlı olarak yangın faaliyetleri de etkilenebilmektedir. Ancak son 150-200 yıllık iklim değişiminin ana nedeni insanlardır: Sanayi, tarım, hayvancılık, taşımacılık, vb. faaliyetler sırasında üretilen sera gazları, küresel ısınmaya neden olmaktadır. İnsan-harici nedenlerle bu dönemde küresel ısınma yaşama ihtimalimiz %1’in altındadır.Dolayısıyla neredeyse kesin olarak, iklim değişiminin nedeninin insanlar olduğunu bilmekteyiz.

Küresel ısınma, ortalama sıcaklıkların yükseldiği ve ekstrem hava/iklim olaylarının sayı, sıklık ve şiddetinin artmasıyla karakterize edilir. Örneğin sıcaklar daha sıcak, soğuklar daha soğuk, kuraklıklar daha kurak, yağışlar daha şiddetli olur. Ancak ortalamada sıcaklıkların artışı soğuklukların azalmasından daha fazladır, bu da ortalama sıcaklığın artmasıyla sonuçlanır.

Dünya genelinin daha sıcak ve daha kurak hale gelmesi, daha büyük yangınların ana nedenlerinden birisidir. Ayrıca halihazırda sıcak ve kurak olan Akdeniz İklimi gibi iklimlerde daha da sıcak ve daha da kurak zamanların görülmesi, yangın mevsiminin süresini uzatmakta, yangın riskini artırmakta, çıkan yangınların daha uzun süreler boyunca yanmasına ve daha geniş alanları kül etmesine neden olmaktadır.

Ne yazık ki İklim Değişimi dolayısıyla artık sadece Akdeniz İklimi değil, Dünya’nın hemen her yeri daha sıcak ve daha kurak. Bu da yangınların sayı ve şiddetini doğrudan artıran etmenler. Bunu görmek için, yangın haritalarında ki  2003’ten 2018’e değişimine bakmak yeterli – ki 2018-2021 arasında işler daha da kötüleşti.

İklim Sistemleri İş Başında

Yangınlara güç katan sıcak ve kuru koşullar, yağmur ve atmosferde dolaşan nem ile değiştirilebilir. Aylar ile yıllara uzanan skalalarda baktığımızda, daha geniş iklim örüntülerinin nem ve ısıyı gezegen boyunca hareket ettirdiğini görüyoruz. Bu sistemleri daha yakından takip etmek, araştırmacıların içinde bulunduğumuz veya bir sonraki yangın sezonunun daha hafif, ortalama veya ekstrem geçip geçmeyeceğini tespit etmesini kolaylaştırıyor. 

Bu göstergelerden en önemlisi, Pasifik Okyanusu’ndaki deniz yüzeyi sıcaklıkları; çünkü bu sıcaklıklar, El Niño Güney Osiliasyonu (veya kısaca “ENSO”) denen bir olayı etkiliyor. Morton ve diğer araştırmacılarla işbirliği yaparak El Niño olayları ile Güney Amerika, Orta Amerika, Kuzey Amerika’nın bazı kısımları, Endonezya, Güneydoğu Asya ve Ekvatoryal Asya’daki yangın faaliyetleri arasındaki ilişkiyi inceleyen Randerson, şöyle anlatıyor:

“ENSO, birden fazla kıtadaki yangın aktivitesinin ana iticilerinden biri. Hem yangın sezonundan önceki yağışlar, hem de yangın sezonu boyunca süregelen yağışlar, NASA ve NOAA uyduları tarafından ölçülen deniz yüzeyi sıcaklıklarına bakarak doğrudan tahmin edilebiliyor.”

Yangın Geri Bildirim Döngüleri

İnsan Sağlığı Üzerindeki Etkileri

Bu etki, tek taraflı değil: Yangınlar da insanları ve iklimi etkiliyor. İnsanlar için yangınların etkisi sadece hayat ve mal kaybı değildir, aynı zamanda yangınların saçtığı dumanlar, küçük kül parçalarının akciğerlere girerek çok ciddi sağlık zararlarına neden olur. Uzun süreler boyunca yangına maruz kalmak, daha yüksek solunum ve kalp sorunlarıyla ilişkilendirilmiştir. Duman örtüsü yüzlerce kilometre boyunca yol kat edip, yangının yükselttiği havanın daha uzak yerlerde çökmesiyle birlikte hava kalitesini dikkate değer miktarda kötüleştirebilir. Ayrıca yangınlar, yerel su kalitesinin düşmesine ve bitki örtüsü kaybına neden olarak erozyon ve çamur/toprak kaymalarına neden olabilir.

Karbon Saçımı Üzerindeki Etkileri

İklim içinse yangınlar, atmosfere saçılan karbon miktarını doğrudan veya dolaylı olarak artırır. Bir yangın yanarken, alevler nedeniyle ağaçlar veya toprakta depolanan karbon atmosfere saçılır. Kaliforniya veya Alaska gibi yerlerde ayrıca yangın sonrası ölen ağaçların çürümesi boyunca, yani onlarca yıllık süre zarfları boyunca devam eder; çünkü ölü bir ağacın tamamen çürümesi uzun ve yavaş bir süreçtir. Yangında ölen ağaçlar çürüdükçe sadece atmosfere karbon saçmakla kalmazlar, aynı zamanda atmosferden karbon emen bir pompa görevi de göremezler. Randerson ve ekibi tarafından yapılan araştırmalara göre, Endonezya gibi bazı bölgelerde kontrolsüz yangınlardan saçılan karbon, aradan geçen 800 yıldan sonra halen devam etmektedir. Bu karbon, halihazırda iklim değişimini körükleyen sera gazlarının etkisine dahil olmaktadır. 

Arktik Çemberi ve poyraz etkili orman eksosistemlerindeki yangınlar, toprakta depolanan organik karbonu yakar ve permafrostun erimesini hızlandırır. Permafrost eridikçe, atmosfere daha fazla metan saçılır – ki metan da bir diğer sera gazıdır.

Aerosol Etkisi

Bir diğer araştırma sahası, yangınlarda atmosfere saçılan parçacıklar (veya aerosollerin) karmaşık etkisi üzerinedir. Aerosoller kimi zaman “siyah karbon” da denen, kül gibi koyu renkte olabilirler ve havada asılı kaldıkları süre boyunca Güneş’ten gelen ışınları emebilirler. Sonrasında uzak bir noktada karlı bir bölgeye düşecek olurlarsa, buradaki kar erime hızını artırabilirler ve bu da yerel sıcaklıkları değiştirir: Sıcaklıklar artar, çünkü yerdeki kar Güneş ısısını yansıtıcı etkiye sahiptir. Ayrıca bölgedeki su döngüleri de değişir. Ama bazı diğer aerosol parçacıklar daha açık renklerde olabilirler ve bunlar, Güneş’ten gelen ışınları emmekten çok yansıtırlar. Bunun da atmosferde kaldıkları süre boyunca atmosferi soğutucu bir etkisi olabilir. 

İster koyu renkli, ister açık renkli olsunlar, yangınlarda saçılan aerosoller bulutları da etkileyerek, tropik bölgelerde yağmur damlası oluşumunu zorlaştırabilirler ve dolayısıyla yağış miktarını azaltıp, kuraklıkları körükleyebilirler. 

Felaketler bize ne anlatıyor?

Hemen her gün yeni bir felaketin eklendiği bu tablo bizlere, küresel ekolojik dönüşümün gerçekleşmesi için zamanımızın giderek azaldığını gösteriyor. Karar alıcılar ve bireyler olarak, doğanın uyarılarını anlama ve eyleme geçme konusunda daha hızlı ve etkin davranmamız gerek.

İklim, su ve gıda krizlerine zemin hazırlayan kararları alan politikacılar, yerel yönetimler ve sanayi kuruluşları ile birlikte, tüketim/tükenim ekonomisinin tahrip edici izlerinin farkında olmayanlara çağrıda bulunmalıyız.

Geri dönüşü olmayan noktaya gelmeden önce, ekolojik dönüşümün gerçekleşmesi için adımlar atmalıyız.

İnsanı merkeze alan dünya görüşü ile artık bir arpa boyu bile yol alamayacağımız açık. Yaşadığımız krizler ve art arda yaşanan felaketler, insan türünün sadece “almak” üzerine kurduğu, tüketim odaklı yaşamının ve buna hizmet eden ekonomik sistemin sürdürülemez olduğunun bir kanıtı.

Gıdamızın üçte biri tarladan sofraya gidene kadar heba oluyor; tarımda kullanılan gübre ve pestisitler (zehirli kimyasallar) içilebilir temiz suları ve toprağı kirletiliyor; kömürlü termik santraller canlıları hasta ediyor, iklim krizini derinleştiriyor, tarımsal alanları verimsizleştiriyor; obez yapılaşma doğal varlıkları tehdit ediyor; kullanılıp çevreye atılan poşet ve plastikler binlerce deniz canlısını öldürüyor…

Orman yangınlarından sel felaketlerine, kum fırtınalarından müsilaja, kapımızdaki su kıtlığından flamingo ölümlerine, böcek istilalarından salgınlara kadar bütün krizler aynı yöne işaret ediyor: Değişmemiz gerekiyor.

Tüm bu krizlerin çözümü, “sürdürülebilirlik” kılıfı altında, asıl öznenin kalkınma olduğu bir amaç yerine, “yaşamın bir bütün olarak sürdürülebilirliğini” amaç edinmekten ve bu yönde dönüşüm için adım atmaktan geçiyor. Önce bakış açımızı, sonra seçimlerimizi ve politikalarımızı değiştirmeliyiz. Ekosistemin bize hizmet ettiğini zanneden insan merkezli anlayışı terk etmeli, ekosistemin bütün unsurlarının birbiriyle işbirliği yaptığı ve dolayısıyla insanın da bu işbirliğinin ve hizmetin bir parçası olduğu anlayışıyla hareket etmeliyiz.

Hepimiz aynı gemideyiz.

Gerçek zenginliğimiz, sahip olduğumuz nesneler ve mekânların sayısı değil, yaşamın her alanında var olan (diller, kültürler, gelenekler, tohumlar vb.) çeşitlilik. Yaşamın sürdürülebilirliği ancak bu çeşitlilik ile mümkün.

Bireylerden topluluklara, şirketlerden yerel yönetimlere ve politika yapıcılara kadar hepimiz, gezegendeki krizden sorumluyuz. Tahrip ettiğimiz gezegeni onarmanın yollarını bir an önce öğrenmemiz gerek.

Her seferinde doğa karşısındaki güçsüzlüğümüzü anlamak ve başka felaketleri izleyerek sadece endişe duymak yerine harekete geçmeli, tüm canlıların yaşamını savunmak için gereken adımları atmalıyız.

Günlük alışkanlıklarımızı, yaşam tarzımızı, stratejilerimizi, politikalarımızı dönüştürerek, milyonlarca türle birlikte yuvamız olan dünya gezegenini hep birlikte onararak, hepimiz için yaşanabilir bir yer haline getirmeliyiz.

Doğayla uyumlu yaşamın izlerini takip ederek, yerelden başlayıp küresele uzanacak dönüşümü hep birlikte inşa edelim. Hemen şimdi!