Çocukların olumlu bir benlik algısı geliştirmesinde 0-3 yaş dönemi oldukça kritik bir rol oynamaktadır. Ebeveynlerin bu dönemdeki tutumları, çocukların tüm hayatını etkileyebilmektedir. Sağlıklı ebeveyn tutumları, sınırları yönetebilmeyle doğru orantılıdır. Gerçekleri söyleyen, sorumluluk sahibi, özgür ve sevgi dolu insanlar olmak istiyorsak, sınırları çocukluğumuzdan itibaren öğrenmemiz gerekir. Çocuğun kendini gerçekleştirebilmesi için, sağlıklı sınırlarla belirlenmiş bir alana ihtiyacı vardır. Sınır oluşturmanın temeli, bağlanmadır. En derin ihtiyacımız, ait olma, ilişki içinde olma, ruhsal ve duygusal bir “yuva” sahibi olma ihtiyacıdır. Yaşamanın özü başkalarıyla ilişki içinde olmaktır: “yaşam sevgidir.” Sevgi, ilişki demektir- bir bireyin diğerine olan bağlılığıdır. En temel ihtiyacımız başkalarıyla bağlantı kurmak ve bunu sürdürmektir. İlişkide olmak demek bizden başka bağlanabileceğimiz, güvenebileceğimiz ve destek vermek üzere yaklaşabileceğimiz insanların var olması demektir. Bizler ilişki yaşamak için yaratılmışız. Ruhun varlığının temeli bağlanmaktır. Bu temel çatladığında veya yanlış atıldığında, sınır oluşturmak olanaksızlaşır. Neden? Çünkü ilişkilerimiz olmadığında, çelişkiye düştüğümüzde gidebileceğimiz bir yer yoktur. Sevildiğimizden emin olmazsak, iki kötü seçenekten birini seçmek zorunda kalırız:

  • Sınırlar belirler ve bir ilişkiyi kaybetmeyi göze alırız.
  • Sınırlar belirlemez ve başkalarının isteklerinin esiri olmayı sürdürürüz.

Çocukların gelişimle ilgili ilk görevleri anne ve babalarıyla bağ kurmaktır. Çocukların dünyada istendiklerini ve güvende olduklarını bilmeleri gerekir. Anne ve babaların bebekleriyle aralarında bağ oluşturabilmeleri için bebeklerine istikrarlı, sıcak, sevecen ve sürprizlerin olmadığı bir ortam yaratmaları gerekmektedir. Anne (bu kişi genelde annedir, ancak baba veya bakıcı da bu görevi üstlenebilir) çocuğun ihtiyaçlarına yanıt verdiğinde çocuk ile anne arasında bağlılık meydana gelir, yakın olma, kucaklama, beslenme ve altının değiştirilmesi gibi. Bu ihtiyaçları karşılandığında ve annesinin bu ihtiyaçlarına olumlu yanıt verdiğini gördüğünde, bebek hep yanında olan şefkat dolu anneyi içselleştirmeye veya içine almaya başlar. Bu dönemde bebekler, annelerinden ayrı bir kişilik (benlik) olduklarının farkında değildirler. “Annem ve ben aynıyız” diye düşünürler. Bu durum sembiyoz olarak adlandırılmaktadır, annenin “yakınında yüzmek” olarak görülebilir. Bu sembiyotik (bağımlı) birliktelik, anneleri yakınlarında olmadığında bebeklerin paniğe kapılmasına neden olur. Onların annelerinden başka hiç kimse rahatlatamaz.

Bu dönemi, ayrılık ve bireyselleşme takip edecektir. Bu dönem, ruhun inşa edilmesi görülebilir. Bebekler güven ve bağlılık duygusuna sahip olduklarında ikinci ihtiyaçları ortaya çıkar ve bebeğin bağımsızlık isteği belirir. Çocuk uzmanları buna ayrılma ve bireyselleşme adını vermektedir. “Ayrılma” çocuğun kendisiyle anne veya “ben olmayan” arasındaki farkı algılaması anlamına gelmektedir. “Bireyselleşme” ise çocuğun anneden ayrılmaktayken geliştirdiği kişiliği tanımlamaktadır, bir “ben” haline gelme deneyimidir. “Ben olmayan” anlaşılmadan “ben” gerçekleşemez. Bu durum ağaçlarla ve çalılıklarla kaplı bir arsa üzerine ev inşa etmeye çalışmak gibidir. Önce biraz açık alan elde etmeniz, sonra evinizin temellerini atmaya başlamanız gerekir. Gerçek kişiliğinizin kendine özgü tavırlarını keşfetmeden önce, kim olmadığımızı belirlememiz gerekir. Çocukta sağlıklı sınırlar geliştirilebilmesi için şu üç evre çok önemlidir: Yumurtadan çıkma, deneyim kazanma ve uzlaşma.

Yumurtadan Çıkma: “Annem ve ben aynı kişi değiliz”

Bebekler yaşamlarının ilk 5 ay ile 10 aylık süreçlerinde önemli bir değişiklik yaşarlar: “Annem ve ben aynı kişiyiz” fikrinden, “Annem ve ben aynı kişi değiliz” fikrine doğru değişen bir süreçtir bu. Çocuk psikolojisi üzerine araştırma yapan uzamanlar bu süreci “yumurtadan çıkma” veya “farklılaşma” olarak adlandırmaktadır. Bu süreç bebeklerin yeni şeylere dokunarak, onları tadarak ve hissederek tanıma ve keşfetme sürecidir. Bu dönemde çocuklar hala anneye ihtiyaç duyar ancak onunla çok yakın değildirler. Bu dönem yeni anne olanlar için zor bir süreçtir. Özellikle kendisi asla tam anlamıyla yumurtadan çıkma sürecinden geçmemiş kadınlar için zor bir dönemdir. Onlar bebeklerinden yakınlık, ihtiyaç ve bağımlılıktan başka hiçbir şey beklememektedir. Kendileriyle bebek arasındaki uzaklığı sevmezler. Anne için acı verici, ancak bebek için gerekli olan bir sınırdır bu.

Deneyim Kazanma: “Her şeyi yapabilirim!”

Genellikle 10 aylıktan 18 aylığa kadar süren bu süreç boyunca bebekler, yürümeyi ve kelimeleri kullanmayı öğrenirler. Yumurtadan çıkma ve deneyim kazanma arasında büyük bir fark vardır. Oluşum sürecini yaşayan bir bebek, karşısındaki yepyeni dünyadan büyük ölçüde etkilenir ancak annesinden destek almaya devam eder, deneyim sürecindeki çocuk ise annesini geride bırakmaya çalışır. Yeni keşfedilen yürüme yeteneği, her şeyi tek başına yapabilme duygusunu beraberinde getirir. Yeni yürümeye başlayan çocuklar coşkulu ve enerjiktir, dik merdivenlerden aşağı inmek, elektrik prizlerine parmak sokmak ve kedilerin kuyruğunun peşinde koşmak da dahil olmak üzere her şeyi denemek isterler. Deneyim safhasındaki çocukların (her şeyin üstesinden tamamen gelebileceklerine inanan çocuklar) anne babalarından en çok bekledikleri şey, duydukları sevince karşılık onların da sevinç duymaları, coşkularına karşılık onların da coşku duymaları ve kendilerine güvenip, kendi kendilerine deneyim kazanmalarına izin vermeleridir. İyi anne babalar, yatağın üzerinde zıplayan küçük çocuklarıyla birlikte eğlenirler. Yetersiz anne babalar ise çocuklarının zıplamasına izin vermeyerek onların hevesini kırar, ya da hiç sınır belirlemez ve çocukların zıplayarak portakal sularını ya da kahvelerini devirmelerine bile göz yumarlar. Deneyim evresinde çocuklar, saldırgan ve girişken olmanın iyi olduğunu öğrenirler. Bu dönemde çocukları için kesin ve sürekli olarak sınırlar belirleyen, ancak onların hevesini kırmayan anne babalar, onlara geçiş dönemi boyunca yardımcı olurlar.

Uzlaşma: “Her şeyi yapamam!”

18 ay ile 3 yaş arasında ortaya çıkan uzlaşma evresi, Fransızcada, “ahenkli ilişkilerin yeniden kurulması” anlamına gelir. Başka bir deyişle, çocuk gerçek yaşama geri döner. Kibir ve böbürlenmeyle geçen birkaç ayın sonunda çocuk yavaş yavaş, “Her istediğimi yapamam” fikrine alışır. Çocuk dünyanın korkutucu bir yer olduğunu anlayarak endişelenir ve hala annesine ihtiyaç duyduğunu fark eder. Uzlaşma evresi çocuğun anneyle yeniden iletişim kurduğu evredir, ancak bu kez durum farklıdır. Bu kez çocuk, anne ile olan ilişkisine anneden bağımsız, ayrı bir kişilik katar. Artık bu ilişkide düşünceleri ve duyguları farklı olan iki kişi vardır. Çocuk, kişilik algısını bırakmadan dış dünya ile ilişki kurmaya hazırdır. Bu süreç hem çocuklar, hem de anne babalar için zor bir dönemdir. Uzlaşma evresindeki küçük çocuklar itirazcı, sinirli ve kızgın olur, bu halleriyle sürekli diş ağrısı çeken birisini hatırlatırlar. Şimdi, bu dönemdeki çocukların kendi sınırlarını geliştirmek için kullandıkları araçlara bir göz atalım.

Öfke. Öfke bir arkadaştır. Yüzleşmemiz gerek bir sorun bulunduğunu bize anlatmak üzere bulunmaktadır. Çocuklar için öfke, kendi deneyimlerinin bir başkasınınkinden farklı olduğunu anlama yoludur. Kendisi ile başkalarını ayırt etmede öfkeyi kullanarak sınır oluştururlar. Duydukları öfkeyi doğru olarak ifade edebilen çocuklar, yaşamlarının ileriki dönemlerinde birisinin kendilerini denetlemeye mi, yoksa incitmeye mi çalıştığını ayırt edebilen kişiler haline gelirler.

Sahiplenme. Bazen sadece bir “bencillik” dönemi olarak yanlış anlaşılan uzlaşma evresi, çocuğun kelime haznesine “ben”, “bana” ve “benim” gibi kelimelerin eklendiği bir dönemdir. Ayşe oyuncağını kendisinden başkasının tutmasına izin vermez. Ali misafirliğe gelen yaşıtlarıyla arabasını paylaşmak istemez. Bazı anne babalar kişilik oluşumundaki bu önemli evreyi kolaylıkla anlamayabilirler. “Ona başkalarını sevmeyi ve paylaşmayı öğretmeye çalışıyoruz, ancak hepimizdeki bencillik maalesef onda da var”, derler. Bu doğru değildir. Çocuğun yeni keşfettiği “benim” kavramına duyduğu düşkünlüğün köklerini içimizdeki benmerkezcilikte bulabiliriz. “Benim” olmaksızın, bize verilen zamanı, enerjiyi, yetenekleri, değerleri, duyguları, davranışları, parayı ve ikinci bölümde bahsedilen tüm diğer şeyleri geliştirebileceğimiz, besleyeceğimiz ve koruyacağımız bir sorumluluk duygusu olamaz. Çocukların ben, benim ve bana sözcüklerinin kötü olmadığını mutlaka öğrenmeleri gerekir. Anne babaların doğru yönlendirmeleriyle onlar da dozunda fedakarlık etmeyi ve yardımsever, sevecen bir yürek geliştirmeyi öğreneceklerdir, ancak sevgi vermek için öncelikle yeterince sevgi görmüş bir kişilik geliştirmeleri gerekir.

Tek Kelimelik Sır: Hayır. Uzlaşma dönemindeki küçük çocuklar, insanların kullandığı en önemli kelimelerden birisi olan “hayır” kelimesini sıklıkla kullanırlar. Bu kelime, oluşum evresinde ortaya çıkabilir ve uzlaşım döneminde mükemmel bir hale getirilir. “Hayır”, çocukların öğrendiği ilk sözlü sınırdır. Hayır kelimesi çocuklara istemedikleri şeylerden ayrı kalmayı öğretir. Onlara seçim yapabilme gücü verir. Onları korur. Bir çocuğun “hayır”ıyla başa çıkmayı öğrenmek, o çocuğun gelişimi için çok önemlidir. Çocuklarının bazı yiyeceklere hayır demesine kulak asmayan bir anne baba, daha sonraları onun bu gıdalardan birisine karşı alerjisi olduğunu öğrenebilir. Genellikle, bu yaştaki çocuklar, “hayır” bağımlısı olurlar. Sadece sebzeleri ve uyku saatlerini reddetmekte kalmaz, lolipopu ve en sevdikleri oyuncakları bile geri çevirebilirler! Onlar için hayır’a sahip olmak, en sevdikleri şeylerden mahrum kalmaya bile değer. Böylelikle, kendilerini tamamen çaresiz ve güçsüz hissetmekten korumuş olurlar.

“Hayır” ile ilgili olarak anne babaların iki görevi bulunmaktadır. Birincisi, çocuklarının kendisini hayır diyebilecek kadar güvende hissetmesini sağlayarak kendi sınırlarını geliştirmesini teşvik etmek. Küçük çocuklar istedikleri her şeyi yapmasalar bile, “hayır” dediklerinde buna uymaları gerekir. Bilgili anne babalar, çocuklarının “hayır”ının “evet”i kadar iyi olduğunu hissetmesine yardım edeceklerdir. Hayır diyen bir çocuktan duygusal olarak uzaklaşmayacak, onunla bağlarını sürdüreceklerdir, bebeğin hayırlarından yıpranan anne babaların birbirlerini desteklemeleri gerekir. Bu süreç emek ve gayret gerektirir. Bir anne baba, kızlarının kendisini her ziyaret ettiğinde öpmeyi ve sarılmayı reddetmesi yüzünden duyguları incinen aile büyüklerinin şikayetiyle karşılaşmıştı. Çocuk bazen teyzesine yakın olmak istiyor, bazen de kendini geride tutarak seyretmeyi tercih ediyordu. Teyzenin şikayetine ise çift, “Ayşe’nin insanları sevgi göstermenin bir borç ya da zorunluluk olarak algılamasını istemiyoruz. Kendi yaşamının kontrolünü kendi elinde tutmasını isteriz” şeklinde yanıtlıyordu. Bu anne baba, çocuklarının evet’inin evet, hayır’ının da hayır olmasını istemekteydi. Onun hayır diyebilmesini, böylelikle ilerinde kötüye de hayır diyebilmesini istiyorlardı.

Uzlaşma dönemindeki çocukların anne babalarını bekleyen ikinci görev, çocuğa başkalarının sınırlarına saygı göstermede yardımcı olmaktır. Çocuklar sadece hayır diyebilmekle kalmamalı, başkalarının hayır’ını da yanıt olarak kabullenebilmelidir. Anne babalarının, çocukları ile yaşlarına uygun sınırlar belirlemeleri ve bu sınırları korumaları gerekir. Bu da, oyuncak dükkanının yarısını satın alarak çocuğu susturmak daha az utandırıcı olsa bile, yine de dükkanda geçirilen huysuzluk nöbetlerine teslim olmamak anlamına gelir. Diğer bir deyişle, çocuğun çok geç olmadan sınırları kabullenmeyi öğrenmesine yardımcı olmanız önemlidir.

Üç yaşında bir çocukta, sağlıklı sınırlar oturmuşsa, çocuğun duygusal olarak başkalarına bağlanma yeteneği kazanmış olması gerekir. Ayrıca, çocuk sevgi kaybetme korkusu olmadan uygun bir dille hayır diyebilmelidir. Son olarak, çocuğun başkasından gelen hayır yanıtını kabullenebilmeli, ancak onlardan duygusal olarak uzaklaşmamalıdır. Evet, bunlar büyük beklentilerdir. Ancak yaşamın ilk yıllarında sınır gelişimi mutlaka oluşmalıdır. Yaşamın bundan sonra iki dönemi daha sınırlar konusunda önem kazanır. İlki, ergenliktir. Ergenlik çağı, yaşamın ilk yıllarının yeniden yasalaşmasıdır. Bu evrede cinsellik, cinsel kimlik, rekabet ve yetişkin kimliği gibi daha olgun konular yer alır. Ancak ne zaman, kime evet ve ne zaman, kime hayır demek gerektiği gibi konular, zihin karıştırıcı olmaya devam eder. İkinci dönem, genç yetişkinlik dönemidir, çocukların evden veya okuldan ayrılarak bir işe başladıkları, ya da evlendikleri dönem. Genç yetişkinler bu dönem içerisinde yapısal bir kayıp yaşarlar. Ders zili, başkaları tarafından empoze edilen çizelgeler yoktur, ancak oldukça korkutucu, büyük bir özgürlükle, yine büyük bir yakınlık ve bağlılık talebi onları bekler. Çocuk doğru sınırları ne kadar erken öğrenirse, yaşamının ileriki dönemlerinde o kadar az sorun yaşar. Başarılı geçen ilk üç yıl, daha az engellerin olduğu bir ergenlik yaşamasını ve yetişkinliğe daha kolay geçmesini sağlar. Sorunlu bir çocukluk, ergenlikte ailenin gayretli çalışmalarıyla büyük ölçüde telafi edilebilir. Ancak her iki dönemde de ciddi sorunları yaşamak, yetişkinlikte yaralayıcı olabilir.

Sınırlar Konusunda Nerede Hata Yapıyoruz?

Sınırlardan çekilme: Dürüst olalım. Hiçbirimiz bize hayır denmesinden hoşlanmayız. Bir başkasından destek, yakınlık veya bağışlanma talep ettiğimizde, bu isteğimizin geri çevrildiğini kabullenmek zordur. Yine de sağlam ilişkiler, itiraz etme ve karşı durmak üzerine kuruludur. “Demirin demiri bilediği gibi, insan insanı biler.” Anne babalarının çocuklarıyla aynı fikirde olmadıkları zamanlarda bile, onlarla iletişim içinde kalmaları ve ayrılmamaları gerekir. Ancak bu, öfke duymamaları anlamına gelmez, sadece kendilerine geri çekmemeleri anlamına gelir. Anne babalar acı, hayal kırıklığı veya pasif öfke duyguları içinde kendilerini geri çektiklerinde, çocuk bu mesajı şu şekilde anlar: İyi davranırsam, sevilirim. Kötü davranırsam, sevilmem. Çocuklarından uzaklaşan anne babalar aslında çocuklarına ruhsal veya duygusal şiddet uygulamaktadırlar. Çocuk ya farklı fikirleri savunmuyormuş gibi yapar ve ilişkiyi sürdürür, ya da fikir ayrılığına devam eder ve dünyadaki en önemli ilişkisini kaybeder. Çocuk büyük ihtimalle sessiz kalmayı seçecektir. Çocuğunuz öfkelendiğinde, ona “öfkelendiğinde beni üzüyorsun” demek yerine, “öfkelendiğini biliyorum, ancak yine de o oyuncağı alamazsın” demeyi tercih edebilirsiniz. Çocuğun duygusunu onaylamak, onun kendisini ifade etmesi için alan yaratmak demektir. Bunu yapmak her zaman kolay olmayabilir, kendi duygularınızla baş etmekte güçlük çektiğinizde, duygularınızı mutlaka eşinizle, bir arkadaşınızla veya bir uzmanla paylaşarak, kendinizi özgürce ifade edebileceğiniz bir alan oluşturmaya çalışın. Unutmayın ki, çocuklar doğaları gereği kendi güçlerinin her şeye yettiğini düşünürler. Güneşin onlar iyi davrandığı için parladığı, onlar yaramazlık yaptığı için yağmur yağdığı bir dünyada yaşarlar. Çocuklar zaman içinde kendi ihtiyaçlarından başka ihtiyaçların ve olayların da önemli olduğunu öğrendikçe güçlerinin her şeye yeteceği duygusundan vazgeçerler.

Sınırlara karşı düşmanlık hissetme: Bazı anne babalar çocuklarına, “dediğimi yapacaksın”, derer. Bu adil olabilir. Çocuklardan anne baba sorumludur. Ancak sonra da “bunu yapmaktan hoşlanacaksın”, derler. Bu bir çocuğu çıldırtır, çünkü bu sözler, çocuğun ayrı bir birey olduğunu inkar etme anlamına gelir. “Çocuğu sevmeye zorlamak”, “insanları memnun edici” hale getirmeye çalışmaktır. “Ya benim istediğim olur, ya da…” yaklaşımı çocuklara en azından ebeveynlerinin işitebileceği mesafedeyken boyun eğermiş gibi yapmayı öğretir. “Seçme hakkında var”, yaklaşımı ise çocuklara kendi davranışlarından sorumlu olmayı öğretir. Ebeveyn, “ya yatağını toplarsın, ya da cezalısın”, demek yerine, “seçim senin: yatağını düzeltirsen, bilgisayarda oynamana izin veririm, yatağını düzeltmezsen, bugünlük oyun oynayamazsın”, demelidir. Çocuk, kendisine söylenenleri yerine getirmeyerek ne kadar acı çekeceğine kendisi karar verir. Anne babalar çocuklarının ayrılıklarını, inatçılıklarını veya basit düşmanlık denemelerini duymanın yararları olduğunu öğrenemezler. Sadece birisinin verdiği cezadan nasıl uzak kalabileceklerini öğrenirler.

Aşırı denetim: Aşırı denetim, aslında sevecen olan anne babaların çok katı kurallar ve sınırlar belirleyerek çocuklarını hata yapmaktan korumaya çalışmalarıyla ortaya çıkar. Aşırı denetimle ilgili sorun şudur: İyi bir anne babanın temel sorumluluğu çocuklarının denetlemek ve korumaktır, ancak çocukların hata yapmalarına da izin vermeleri gerekir. Aşırı denetlenen çocuklar başkalarına bağımlı olma, insanların arasına karışmada sorunlar yaşama ve sağlam sınırlar belirlemede ve bunları korumada zorluk çekme eğiliminde olurlar. Aynı zamanda risk alma ve yaratıcı almada da sorunlar yaşarlar.

Sınırların olmayışı: Bazen anne babadaki sınır eksikliği bağlantı eksikliği ile birleştiğinde, saldırgan ve denetleyici bir kişiliğin ortaya çıkmasına yol açabilir. Hepimiz bir süpermarkette karşılaştığımız 4 yaşındaki çocuğun, annesini tamamen kontrolü altına aldığını görmüşüzdür. Anne, oğluna yalvarır, rica eder, hatta onu tehdit eder. Sonunda, aklına başka yol gelmez ve oğlunun uğruna ağladığı oyuncakları ya da şekerleri alır. “Ama bu son” der, denetleyici bir tonda kalmaya çalışarak. Şimdi bu 4 yaşındaki çocuğun, büyüyüp, 40 yaşında bir adam olduğunu düşünün. Kızdığında, biri ona sınır koyduğunda veya işler istediği gibi gitmediğinde, yine aynı huzursuzluk veya öfke nöbeti patlak verir. Disiplin hayatımıza ne kadar geç girerse, o kadar çok inciniriz.

Tutarsız sınırlar: Bazen kimi anne babalar, yetiştirme konusunda kafaları karışık olması veya kendi incinmişlikleri yüzünden çok sıkı ve çok gevşek sınırları birleştirerek çocuklara birbiriyle çelişen mesajlar verirler. Çocuklar ailenin ve yaşamın kurallarını bilmezler. Anne babalar bir gün sevecen, ertesi gün öfkeli davranırsa, çocukların kafalarının büyük ölçüde karışmasını sağlamış olurlar. Sürekli değişimden dolayı, çocuklar kendilerini güvende hissetmezler ve karşılarındaki kişinin onlara saldıracağını ya da onları terk edip gideceğini hissederler.

Hazırlayan,

Uzm. Psk. Nur Metin Korkmaz