Youtube’dan bana gelen en çok sorulan soruların arasından seçtiğim, sizlere faydalı olacakları cevaplamaya çalışıyorum. Bu yazıda da, sevgili genç arkadaşlarım için kariyer odaklı bir sorunun cevabı var. Pek çoğunuz bana şöyle sormuşsunuz: “sevdiğim işi nasıl bulabilirim?”, “Hayatımı kazanmak için yaptığım iş yalnızca maaşımı alarak, kiramı, hayatımı geçindirmek için olan bir iş mi olmalı?”, “İnsan sevdiği işi nasıl bulur?, “Sevdiği işten nasıl para kazanır?”. İşte bu yazımın konusu bu…

Tiyatro İle Yolum Nasıl Kesişti?

16 yaşımdan beri çalışıyorum. Güzel sanatlara girmeden önce, kız meslek lisesindeydim. Bilenleriniz vardır, bilmeyenleriniz varsa da, buradan öğrenmiş oldu. Kız meslek lisesinde, 16 yaşındayken, Pasin Benice diye bir çizgi film stüdyosunda ara çizeri, yani animasyon çizgi filmlerin ara çizeri olarak işe başladım. Hep ne yapmak istediğini ve ne olmak istediğini bilen biriydim; o da Güzel Sanatlar’a girmekti. Güzel Sanatlar’a girdikten sonra, aslında o kafamda kurduğum hayalin, çok da gerçek olmadığını anladım ve ciddi bir hayal kırıklığı yaşadım. Bir arayışım başlamıştı ve sonra, yolum tesadüfen tiyatro ile kesişti. Tesadüfen oyuncu oldum, Şehnaz Tango dizisine seçildim.

Tesadüfen, tesadüfen, tesadüfen…

“Ben ne istiyorum?” Diye Düşünmek Gerekiyor

Hayatta tesadüf diye bir şey yok; hazırlanmış ortamlar var. Bu yazıyı okurken, muhtemelen benim için “Hayat sana güzel” diyorsunuz. Hayır, öyle değil. Aileme çok fazla para ödeterek aldığım özel dersler, dershaneler derken kolej sınavlarını kazanamamıştım. Ailemi utandırdığım için başarısız hissetmiştim. Herkes Anadolu liselerini, kolejleri kazanmıştı. Kazanabilecek zekada ve kapasitedeydim; ancak bence o zamanlar, onun ayrımını yapamıyordum. Şimdi şunu görüyorum ki; sistem tamamen değişti, korkunç sınavlarla, özel okullarda bile olsa, çocuklar bu kolejlere girebilmek için yine sınava giriyorlar, yine sınavda başarısızlık korkusunu çok erken yaşlarda deneyimliyorlar.

Kazanamazlarsa, ki kazanamamaları için çok fazla etmen var; çünkü, yüzde yüze yakın bir başarı bekleniyor. Onun dışında, bu çocukların üçüncü, dördüncü, beşinci sınıftaki okuldaki başarısı bile, onun başarısını etkiliyor. Bu noktada, eğitim sistemine bakmak gerekiyor. Eğitim sisteminin içerisinde de kişinin kendisine, kariyer odaklı olacak şekilde bakmak lazım. Çoğunuz, “Ben ne istiyorum?” diye düşünmüyor. Elektronik mühendisliği okuyoruz, sonra gidiyoruz anketör oluyoruz. Benim gibi seramik okuyoruz, onun sonunda başka bir şey oluyoruz; çünkü, dünya buna doğru kaydı.

Baby Boomer Kuşağı

Biliyorsunuz, pek çok kuşak var. Sosyologlar, insanları sosyolojik ve psikolojik davranışlarını simgeleyen kuşaklara bölmüş. 1945 sonrası doğanlara, baby boomers diyorlar. Baby boomers nedir? Çünkü bu insanlar, iki tane savaş görüyorlar, özellikle İkinci Dünya Savaşı’nı görüyorlar, yokluk görüyorlar. Deprem bebekleri denilen bebekler vardır, bilirsiniz. İnsanlık, atalarından gelen genetik bir miras gereği; savaş, kıtlık, yokluk ve afet gibi stres durumlarından sonra, daha fazla üremeye meyilli oluyorlar. Baby boom, İngilizce’de zaten “bebek patlaması” anlamına geliyor. Baby boomer da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyaya gelen kuşağa verilen isim. Baby boomer kuşağının en büyük özelliği şu; benim de rol aldığım Seksenler dizisindeki Rukiye gibi, “SSK’nı yaptırdın mı?” modundalar. Yani, bir devlet dairesinde, hayatının sonuna kadar belli bir maaşla idame ettirebileceğin, devletin ya da çalışılan kurumun sağlayacağı sigorta, yaşam sigortası gibi güvenlik şeyleri ile mutlu olabileceğin ve bunların içerisinde, yalnızca bir mesleği yaparak, çalışma hayatının sonuna kadar bunu yapıp, emeklilikten sonra da hayatına devam edebileceğin bir prensipteydi.

X ve Y Kuşakları

Daha sonraki kuşak, bundan daha farklı bir kuşaktı. Bunlar, X kuşağıydı. Bunlar; “çiçek çocukları” ve “hippiler” dediğimiz, düşünsel ve varoluşsal anlamda, yeri geldiğinde hem ahlakçı hem dini, toplumsal bütün şeyleri kırdılar ve bize biraz daha başka şeyler vermeye başladılar, daha özgürlükçülerdi. Biz bunlardan neler aldık? Düşünmek güzel bir şey dedik; şairler, ressamlar, sanatçılar, biraz daha artmaya başladı.

Ondan sonraki kuşak Y kuşağı, benim de içinde bulunduğum kuşak. Onlar biraz daha 1980 dönemini de deneyimleyen; çünkü hem özgürlükçü kuşağı deneyimliyorlar hem bir sonraki kuşağı deneyimliyorlar. 80’ler dönemi; kapitalist sistemin kendini çok hissettirdiği, tüketimin kendini çok hissettirdiği bir dönem. Türkiye’ye Özal ile birlikte gelen ithalatın serbest bırakılmasıyla, Türk insanının da kendini özel hissettiği, tüketim geliyor. Bunun dışında, okul ve eğitim sistemi de buna göre şekilleniyor. Nasıl şekilleniyor? Gerçekten, çok eğitimci değilim, ama anladığım kadarıyla yirmi yılda bir müfredat da yenileniyor. Y kuşaktan sonra, daha ezberci eğitimden biraz daha deneyimsel eğitime geçilmeye başlanıyor.

Mark Zuckerberg değilseniz, çok büyük paralar kazanmayı beklemeyin

Peki, burada uzun uzun neyi anlatmaya çalışıyorum? Aslında siz, içinde bulunduğunuz kuşağın, kuşak olarak eğilimlerini taşıyorsunuz. Sorguladığınız şeyler, hayatınızda eksikliğini hissettiğiniz şeyler ve arayışında olduğunuz şeyler; tamamen şuanda yaşadığımız dünyanın size getirdiği sorular. Bunlar çok normal.

Öncelikle, bence insanın meslek dalından ziyade kendi ile ilgili soruları sorması gerekiyor. “Ben kimim?”, Ben neleri yapmaktan hoşlanıyorum?”, “Benim yeteneklerim neler?”, “Para kazanabilir miyim?”, “Para kazandığım zaman kendimi köle gibi hissetmeyeceğim bir yerde olabilir miyim?”, “Özgür kalabilir miyim?”. Eğer, Mark Zuckerberg değilseniz; üniversite odasında yarattığınız bir şey ile milyarder olmuyorsanız, çok büyük paralar kazanma beklentinizin olmaması gerekiyor. Öncelikle bunu gördüğümü söylemeliyim.

Hayat standardınızı belirlemelisiniz

Hayatımızı idame ettirebilmek için gereken parayı bulmamız lazım, bunun için de hayat standardımızı belirlememiz lazım. Hayat standartı derken; sizin hayat standardınız ile benimki çok farklı olabilir. Örneğin, siz belki Türkiye’nin herhangi bir yerinde, bir odada yaşabilirsiniz belki ama ben yaşayamam. Herkesin hayat standardı, yaşamaktan mutluluk duyacağı, içindeyken “Tamam, ben buyum” diye memnuniyet hissedeceği yaşam çok farklı; ki bu, göreceksiniz, siz yaş aldıkça değişiyor olacak. Hayat standartlarınız, konforunuz ile birlikte değişiyor olacak. Bu nedenle, öncelikle “Ben neleri yapmaktan hoşlanıyorum?”u cevaplamalısınız, tabi bu hafta sonları neler yapmaktan hoşlandığınız değil. İnsan olarak, hayatınızda, başkalarının ve toplumun hayatına değer katabilecek, kalite katabilecek, aynı zamanda da geçiminizi sağlayabilecek neyi yapmaktan hoşlanıyorsunuz?

Kendinizi tanımalısınız

Bu soruyu sorabilmek için de, kendinize karşı dürüst olmanız lazım, yani kendinizle yüzleşmeniz lazım. Daha doğrusu, kendinizi tanımanız lazım. Çoğu insanın, kendini tanımadığını düşünüyorum. Bence, kendinize sormanız gereken 5 temel soru var; neyi, nasıl, neden, niçin ve kimle seviyorsun? Çok basit değil mi: 4N1K. Bunu kendi hayatınıza da uygulayabilirsiniz? Bununla ilgili fazlasıyla kişisel gelişim videolarım var, “Yeni Bir Ben” başlığı altında Youtube kanalıma da yükledim, ihtiyacınız olursa izlersiniz.

Dediğim gibi, kişinin kendi karanlıklarını aydınlatarak kendini tanıması; hayatla ilgili varoluşsal sorularının cevaplarını daha kolay bulmasına fayda sağlıyor. Neden? Çünkü, neye ihtiyacınız olduğunu bilmezseniz, o zaman nasıl bir işe ihtiyacın olduğunu da bilemezsiniz. İnsan olarak kendinizi tanımazsanız, yolunuzu bilmezseniz; o zaman ne olacak? Siz zaten sürükleniyor olacaksınız. Bu arada ben, bireylerin tabi ki kendi özgürlüklerinden yanayım; ancak, geleceklerinde olumlu katkı sağlayabilek konularda ailelerin de sözünün dinlenmesinden yanayım.

Baby boomer kuşağının çocuklarına gelecek olursak, çok yoğun bir baskı görüyorum. Bana gelen, benim yaşımda insanlarda; evliliklerinden, okullarından, işlerinden, çoğu şeyden, ailelerinin seçimlerini yaşayan insanlar görüyorum. Daralmış, sıkışmış insanlar görüyorum ve bu beni çok mutsuz ediyor. Bir yetişkin olmak, öncelikle; kendi kararlarını verebilen, kendi hayatında kişilik sınırlarını bilebilen bireyler olmak demektir. Biz Türk toplumu olarak, evlatlarımıza bunu çok vermiyoruz, bunun farkındayım. Ancak, “Ben” diyebilmek, “Hayır” diyebilmek, kişinin kendi doğrusunda durabilmesi çok önemlidir. Burada şunu demeye çalışmıyorum; “Uyuşturucu kullanıyorsunuz ve aileniz size hayır diyor inatla”. Tabi ki değil, zararlı olan şeylerden bahsetmiyorum. Kendiniz için doğruları bilmeniz önemlidir. Örneğin, sevdiğiniz insanla evlenmek. Sevdiğiniz insanla evlenmek derken, tabi ki bu kişi toplumsal ya da bireysel olarak zararlı alışkanlıklara sahipse, size uzun vadede iyi bir eş olmayacaksa, sevgili olarak size zarar verecekse tabi ki ailenizi dinleyin. Ancak, onun dışında, sevgi ilişkisi içerisinde, bence kararlarınızı sizin dışınızda kimsenin vermemesi gerekiyor. Bu, kariyer ve eğitim için de böyle.

Eğitim şöyle değişti. Bundan 20 yıl önce, en çok seçilen okullara ve en çok seçilen bölümlere bakalım… Benim zamanımda; elektrik mühendisliği vardı, işletme çok yüksekti, elektronik mühendisliği, bilgisayar mühendisliği; mühendisliğe çok yüksek puanlarla giriliyordu ve Boğaziçi Üniversitesi vardı. 20 yıl sonraya gelelim… Boğaziçi Üniversitesi yine var; ancak çok iyi okullar, çok iyi özel üniversiteler de var. 20 yıl sonra seçilen bölümler çok aynı değil; çünkü düya değişiyor, trendler değişiyor, meslekler değişiyor. 20 yıl önce mühendislik neydi? Daha eril, yani erkek taraflı, yapıma yönelik, ihtiyaca yönelik bir şeydi; çünkü dünya o zaman öyleydi. Dünya o zamanlar, bir şeyleri inşa eden bir şeydi. Daha sonra, 20 yıl içerisinde; Steve Jobs’lar geldi, Mark Zuckerberg’ler geldi. Ne oldu? Beyniyle yeni fikirler yaratan, bizim için ezber bozan, dijital dünyanın liderleri geldi. Ve ne oldu? Dünyada dijital çağ açılmaya başladı. Dijital çağ açıldığı için, yeni yeni bölümler keşfetmeye başlandı. Örneğin, Görsel İletişim Tasarımı. Kodlama eğitimi var şuanda. Benim 8 yaşında kızım, kodlama eğitimi aldı. Kodlama eğitimi dediğimiz şey; web tasarımından internet yazılımına, bir video çekmekten onun montaj ve düzenlemesine, televizyon ve dijital dünya ile ilgili her şey konusunda yeti sahibi olmanızı sağlıyor. Yani, sizi dijital dünyada bir şey üretebilir hale getiriyor. Dolayısıyla, dünya değişirken, biraz düşünmek gerekiyor: “Ben neyi seviyorum?”.

Dünya Değiştikçe Meslekler De Değişiyor

Benim kendimle ilgili en çok sevdiğim şeylerden bir tanesi; çok geniş yaş aralığında arkadaşlarımın olması. 85 yaşında da arkadaşım var, 16 yaşında da arkadaşım var. Neden seviyorum? Çünkü, onları dinlemeyi, onların hayat alışkanlıklarını, hayatla ilgili sorularını, sancılarını, meraklarını, heveslerini dinlemeyi seviyorum. Nelere eğilim gösteriyorlar, onları merak ediyorum. Yeni kuşak, özellikle 80 sonrası kuşakla ilgili şunu fark ediyorum; çok iyi eğitim alan, çok zengin ailelerin çocukları, çok iyi okullarda okudular, yurtdışına gittiler ve çok başarılı oldular hepsi.

Ancak, şuanda hiç biri o işleri yapmıyorlar, çok ilginç.Hepsi o meslek dallarını bıraktılar; çünkü aslında, o zamanın trendi ve gazıyla ve ailelerin o zamanki en iyi ve doğru anlayışıyla onlara dikte ettikleri şeylerin, kendilerini tanıdıkça, şuanda geldikleri noktada kendilerini çok da ifade etmediğini anladılar. Ve bu insanların çoğu, ya şifacı oldular; yoga eğitmeni oldular, fermente ürünler yapanlar oldular, psikoloji konusunda ikinci eğitimlerini almaya başlayanlar oldu ve bambaşka yerlere gittiler. Nerelere gittiler biliyor musunuz? İnsanlığa ve dünyaya hizmet eden mesleklere doğru gitmeye başladılar. Gelmek istediğim şey buydu. Bu, benim için de böyle…

Ben, seramik üzerine eğitim aldım. Ancak ondan sonra, yolum oyunculukla kesişti. Bir yaşa gelene kadar oyunculuk yaptım; ama ben o sırada sektör içerisinde, başarılı olduğumu söylemelerine rağmen, çok mutlu olmadım. Onun idrakında değildim. Bana verilen bu “title”ın, oyunculuk mesleğinin; aslında ne anlama geldiğini çok idrak edebilecek yaşlarda değilim. Zaten, özel hayatımda da babamın sağlık sorunları gibi çok başka şeylerle de uğraşıyordum. Dolayısıyla, bu bana iyi gelmedi. Ben ne yaptım? Önce kendimi iyileştirmeye başladım, yoga ile ilgilenmeye başladım, 1999 yılına tekabül ediyor bu. Daha sonra bu bana iyi geldi, kendimin kim olduğunu buldum.

Yolumu aydınlattım. Yolumu aydınlatınca zaten, yolunuzun üzerinde size cevap vermek üzere olan görevliler geliyor. Bu muhteşem bir şey. Eğer siz o akış kanalına geliyorsanız, niyet ediyorsanız, zaten sizin yolunuza görevliler geliyor.

Örneğin, siz NLP kursu arıyorsunuz, yanınızdaki kişi NLP kursunu Türkiye’ye getiren kişi olabiliyor. “Nasıl Peru’ya gideceğim acaba?” diyorsunuz, size “Biz Peru’ya tur düzenliyoruz” diyorlar. Böyle bir yol açılıyor, bundan emin olun. Yalnızca, doğru yolda olduğunuzu ve hayat amacınızı bulmanız lazım. Bence, insanlığın en büyük problemi, buraya niye geldiğini bilmiyor olması. Buraya niye geldiğini, buradaki görevinin ne olduğunu bilmeyen insan bocalıyor, sürükleniyor. Bir an kendi tercihi olduğunu sandığı ama seneler sonra aslında kendi tercihinin olduğunu anlamadığı ve içinde boğulduğu bir hayatın, kendine ait olmayan kötü bir müsamerenin içerisinde çırpınırken bulabiliyor.

Hep söylediğim gibi; sizin hayatınız bir gemi ve siz de bu geminin kaptanısınız. Eğer dümende durmazsanız, koskoca okyanusta, dalgalar çizer durursunuz. Kaptan olarak başında durmadığınız, gidecek bir limanınız yoksa o dümen boşuna döner durur. Bu nedenle, öncelikle rotamızı belirlememiz lazım. Rotamızı belirlemek için de, önce kaptan olarak kendimize bir yol çizmemiz lazım. Şunu söylemeye çalışıyorum; kendinizi tanıdıktan sonra, buraya niye geldiğini fark etmeniz gerekiyor. Buraya geliş amacınızı fark ettikten sonra, bunun size, insanlığa ve dünyaya, en iyi ve güzel şekilde nasıl tezahür edebileceğinize bakmak gerekiyor. Belki, şuan anlattıklarım size çok spiritüel gibi gelmiş olabilir, belki şuanda masa başı işinizde, bir bankada ya da başka bir yerde; “Hayat da sana güzel, böyle konuşuyorsun” diyorsunuz.

2005 yılında, dizilerden o kadar yüksek paralar kazanıyordum ki, vergi rekortmeniydim. Ancak birden bire, bu işin benim için iyi olmadığını anladım, çünkü mutsuzdum. Dizileri bıraktım ve baya parasız kaldım. Çok da zor durumlar da yaşadım, evimi kapattım, annemin yanına taşındım; ancak inanın, “Paranın verdiği köleliktense, işim olmasın, param olmasın ama en azından kendimi daha iyi hissediyorum” dedim. O yüzden, yeri geldiğinde konfor alanımızdan, kabuğumuzdan çıkabilmek için, acılı süreçleri göze almamız ve onların üzerinden geçebilecek kadar güçlü olmamız gerekiyor. Hayat benim için her zaman bu kadar kolay değildi. Çok çalıştım, çok çabaladım, yokluklar çektim, kapılar yüzüme kapandı. Kolay olmadı; ancak en başta da söylediğim gibi, hayata geliş amacımı buldum, burada neden olduğumu buldum. Buraya niye geldiğimi bulduktan sonrası kolay oldu.

Hepimizin dünyaya geliş amacı farklı gibi görünse de, hepimizin dünyaya geliş amacı aynı. Hepimizin tek geliş amacı var; dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek. Önce bireyler olarak kendimizi temizlemek, sonra kapımızın önünü temizlemek, sonra da bu eylemlerimizle ve iyi insanlar olarak başkalarına rol model olabilmek, ilham verebilmek ve ışık olabilmek.

En başa gelirsek, “Yaptığım işte mutlu olabilir miyim?” derseniz; mutlu olabilirsiniz. Her ne yapıyorsanız mutlu olabilirsiniz, önemli olan, sizin kendinizle mutlu olmanız. Japon Budizmi’nin çok güzel bir felsefesi var; Zen, yani “an”da olmak. Yemek yerken, yolda yürürken, başka şeyleri yaparken bile anda olmak; çünkü, mevcudiyetinizi hissetmeniz gerekiyor. Belki kendi tercihiniz olmayan bir okuldan mezun oldunuz, belki şuanda çok da sevmediğiniz bir iş yapıyorsunuz. Ama inanın, o sevmediğiniz işi yaparken, kendinizi tam olarak o işe verdiğinizde, gerçekten yapmanız gereken işi hakkıyla yapabildiğinizde; hissedeceğiniz bir his var. Bu, önce sizde başlıyor sonra çevrenizde başlıyor. Bu işte gerçekten, İngilizce “content” dedikleri, memnun olmalı hali. Bence bu hikayeye, biraz böyle başlamak gerekiyor; çünkü, ben çoğu insanın, işinden şikayet ederken, o işin gerektirdiği şeyleri tam anlamıyla yapmadıklarını düşünüyorum. Yani, siz işinizi tam anlamıyla yaptığınıza inanıyorsanız ve hala mutsuzsanız, evet orada başka bir şey var; ancak, öncelikle işinizi tam anlamıyla yapmalısınız.

Kapitalist ofis sistemi, insanları performans sistemi ile birbirine kırdırarak, sürekli yanlış bir rekabet ortamı içerisinde, onların gerçekten kim olduklarıyla ilgilenmekten ziyade, bir yarış atı mantığıyla götüren ve mutsuz eden bir sistem. Ama bunun dışına da çıkabiliriz. Bunun dışına nasıl çıkacağımızı, başka bir yazıda size anlatıyor olacağım. Sevdiğiniz işi yapabilirsiniz. Sevdiğiniz işi yapmadaki en önemli nokta, sizin neyi yapmayı sevdiğinizi anlamanızdan geçiyor.

Kendine fayda sağlamak için olan sistemler, dünyada mevcut, görüyorsunuz zaten. Sadece “ben ben ben” diyen, sadece kendine fayda sağlayan hiç bir sistem, dünyada var olamaz zaten, bana inanın. Kapitalizmin de zaten sonu böyle gelecek; çünkü insana, topluma, dünyaya, doğaya ve onun üzerindeki canlılara değer vermeyen hiç bir sistem var olamaz. Çünkü, dünya böyle bir düzende değil, evren böyle çalışmıyor. Dolayısıyla, insanlığa hizmet ve sonra kendine hizmet. Bunu anlatmaya çalıştım. Bununla ilgili çok sevdiğim kitaplar var. Bunlardan bir tanesi, Drunvalo Melchizedek’in Yaşam Çiçeğinin Unutulmuş Sırrı. Bana çok faydası olan bir kitap. Eğer bu kitabı bulup okuyabilirseniz, kendinize çok güzel bir hediye vermiş olacaksınız. Uzun bir yazı oldu, sonuna kadar sabredip okuyabildiyseniz, size çok teşekkür ederim. Hayatın hediyelerini almayı hak ettiğinizi düşünüyorum. Bu da benim size hediyem olsun. Umarım yolunuzu aydınlatabilmişimdir. Bugünlük benden bu kadar. Hoşçakalın.