Testosteron düzeyleri dünya çapında azalıyor ve çoğu insan bu eğilimin önemini bilmiyor veya anlayamıyor. Pek çok düzeyde problemli bir durum, hem üreme, hem sağlık ve uzun yaşam, hem libido, hem de gebelikte doğru fetal gelişim için önemli durumda. Yapılan araştırmalara göre batı ülkelerinde sadece sperm adetleri ve testosteron düzeyleri azalmıyor, bunlar birlikte her yıl %1 oranında azalıyorlar.

İlk bakışta büyük bir problem değil gibi ancak aslında öyle. On yılda %10 kadar bir düşüş yapıyor ve 50 yılda ise yarıya inmesi anlamına geliyor. Bu arada testis kanseri ve iktidarsızlık vakaları da benzer bir oranla artışta. Aynı zamanda düşük oranlarında da artış var. Dolayısıyla bu testosteron düşüşü pek de hoş bir manzara değil.

Sadece Sperm Adetleri Değil, Üreme Sağlığı da Tehlike Altında

Genç erkekler arasında enerjiyi ve kas kütlesini arttırmak için testosteron replasman terapisi kullanımı da ciddi şekilde artmış durumda. Hatta 2017’de yapılan bir çalışmaya göre, testosteron replasman terapisi uygulama oranları 18-45 yaş arası erkeklerde 2003 ile 2013 yılları arasında dört kat, daha yaşlı erkeklerde ise üç kat artmış durumda. Ancak pek çok erkek, bu replasman terapisinin sonucunda sperm üretiminde azalma olduğunun farkında değil. Bu nedenle çocuk sahibi olmak istiyorlarsa, bu amacın tersine hareket ediyorlar.

Testosteron Hormonu Kadın Sağlığında da Rol Oynar

İnsanlar testosteronun erkeklik hormonu olduğunu düşünürler ancak kadınlar da yumurtalıklarında testosteron üretirler. Ancak kadınlardaki miktar erkeklerdekine göre çok daha düşüktür. Her iki cinsiyette de testosteron hormonu enerji düzeylerini, bilişsel işlevleri, libidoyu ve cinsel işlevleri etkiler. Kadınlarda cinsel arzu yoksunluğu kalıcı ve rahatsız edici hale geldiğinde buna hipoaktif cinsel istek bozukluğu adı verilir. 2019 yılında yayınlanan bir çalışmaya göre, menopoz sonrası dönemde olup da hipoaktif cinsel istek bozukluğuna sahip olan kadınlarda testosteron terapisi, orta düzeyde terapötik etkiler göstermiş. Yani testosteron kadınların cinsel işlevlerinde de erkekler kadar temel bir rol oynuyor.

Kadınlar için testosteron düzeylerinin gereken değeri yaşam boyunca değişkendir. Çok fazlası veya çok azı, üreme sağlığını ve gelişimi ters yöne çekebilir. Örneğin bir kadın hamile kaldığında, bebeğinin doğru şekilde gelişebilmesi için, rahimde doğru anda doğru miktarda testosterona maruz kalması gerekir.

Ancak bu noktada işler karışıyor. Araştırmalara göre erkek fetüs, rahimde çok az testosterona maruz kalırsa, genital organları ve beyni çok daha az erkek-tipik hale geliyor. Buna karşın dişi fetüs çok fazla testosterona maruz kaldığında, beyni ve genital organları çok daha az dişi-tipik hale geliyor. Yani testosterona maruz kalma oranlarının gelişen fetüsü erkek ve dişi yönde etkilemeleri mümkün. Doğduktan ve gelişmeye başladıktan sonra bu hormonal etkilerin çocukların kendilerini cinsiyet anlamında algılamaları üzerinde etkileri olabilir. Bunun yanında çocuğun aktivite tercihlerini ve oyun tarzlarını etkileyebilir.

Buna ek olarak kadınlarda veya genç kızlarda testosteron düzeyleri yüksek olduğunda, örneğin araştırmalara göre polikistik over sendromu gibi rahatsızlıklarda görüldüğü gibi, adet düzensizlikleri, doğurganlık problemleri, istenmeyen tüylenmeler, sivilceler ve fazla kilo alımı gibi problemler ortaya çıkabiliyorlar. Eğer bebek sahibi olurlarsa, bu kadınların bebeklerinin beden kitle endekslerinin daha yüksek olma ihtimali de yüksek.

Testosteron Düzeyleri Neden Bozuluyor?

Şimdi testosteronun kadınlar ve erkeklerde üreme sağlığı üzerindeki etkilerini biliyoruz. Ancak şok edici nokta şurası: Son yıllarda ortaya çıkan üreme sağlığına dair değişimlerin hepsi bir tesadüf olmak için fazla senkronize. Bu değişimler kısmen sigara içme, alkol tüketimi gibi kötü yaşam tarzı tercihlerinden kaynaklanıyorlar ancak insanların günlük olarak maruz kaldıkları yüzlerce farklı kimyasal da bu konuda etkili.

Kontrol Altında Tutulmayan Kimyasallar Doğurganlığı Bozmaya Devam Edecekler mi?

Bu üreme sağlığı değişimleri sadece birbirleriyle bağlantılı değiller, aynı zamanda ortak bir sebepten kaynaklanıyorlar: Dünyamızdaki endokrin bozucu kimyasalların varlığı. Bu hormonları etkileyen kimyasallar arasında fiatalatalar, bisfenol A, perfluoroalkil ve polifluoroalkil maddeler, alevlenme engelleyiciler ve pek çok diğerleri bulunuyor ve bunlar modern dünyamızda her yerde bulunur hale geldiler. Soluduğumuz havada, yediğimiz gıdalarda, içtiğimiz sıvılarda bulunuyorlar ve hatta cildimize sürdüğümüz kremlerde bile mevcutlar. Bunların plastik su şişelerinde, gıda paketlerinde, yapışmaz tavalarda, elektronik cihazlarda, kozmetik ve bakım ürünlerinde, temizlik malzemelerinde ve düzenli kullandığımız pek çok başka üründe mevcut oldukları biliniyor.

Bu kimyasallar insan bedeninde büyük problemlere sebep oluyorlar ve aynı zamanda cinsellik ve üreme sağlığı üzerinde de etkililer. Bu kimyasallar 1950’lerden sonra artan miktarda üretilmeye başlandılar ve sperm adetleri, testosteron ve doğurganlık oranları üzerindeki azalma da bu dönemde başladı. Pek çok insan farkında olmasa da, bu kimyasallar testosteron düzeylerinin yanında östrojen düzeylerini de etkiliyorlar ve sonucunda insan sağlığı ve gelişimi üzerinde olumsuz etkilere sahipler.

Pek çok insan bu kimyasalların regüle edilmediklerinin de farkında değil. İlaçların piyasaya sürülmeleri için güvenilirliklerinin ve verimliliklerinin kanıtlarla ölçülmesi gerekiyor ancak kimyasallar genellikle başka türlüsü kanıtlanana kadar serbest durumdalar. Yani pek çok tüketici odaklı üründe kullanılan çeşitli kimyasallar temel olarak serbestçe kullanılıyorlar. Yani kendimiz ve çocuklarımız maalesef bir denek hayvanı gibi kullanılıyorlar ve bu da insan ırkının geleceği üzerinde etki gösterme potansiyeline sahip.