Evrende her şey bir enerjidir ve her enerjinin kendine ait bir özelliği vardır. Hem fiziksel hem de fizikötesi alanda; her şey enerji döngüsü ve enerji alanları üzerine kuruludur. Fiziğinizin, düşüncelerinizin, duygularınızın hatta ruhunuzun enerjisel bir alanı vardır.

“Titreşim tıbbı”, çeşitli formlardaki ve frekanslardaki enerjiyi kullanarak hastalığı teşhis etme ve iyileştirme yaklaşımına verilen addır. Röntgen filmi ve kanser için radyasyon terapisi gibi geleneksel olan, ağrıyı tedavi etmek için elektriksel sinir stimülatörü (uyarıcı) ve kırık kemiklerin iyileştirilmesinin hızlandırılması için elektromanyetik alan stimülatörü yaklaşımlarını da içeren, terapi olarak farklı türlerdeki enerjinin iyileşme için uygulanmasını içerir. Tam spektrumlu (görüntülü) ışık bile bir mevsime özgü etkili bozuklukları veya “kış bunalımı” tedavisinde kullanılmaktadır. Bununla beraber titreşim tıbbı; aromaterapi, akupunktur, homeopati, Bach çiçek özleri, biyoenerji gibi tedavilerin daha ince formlarını da kapsamaktadır.

Dr. Richard Gerber, “Bu, tüm insanlığın daha gelenekselden çeşitli terapilere devam eden stres tedavisinin, bazen de tamamlayıcı tıp olarak başvurulanın geniş yelpazesidir” der Titreşim Tıbbı adlı kitabında.

Bu bölümde hem hep duyduğunuz hem de ilk kez duyacağınız kavramlarla karşılaşacaksınız. Ve eminim titreşim tıbbını çoğunuz şimdi duyuyorsunuz. Bu başlığı iyi hatırlayın, çünkü gelecek 50 sene içinde daha fazla duyacaksınız. Dünyamız değiştikçe ve yeni dünya düzenine doğru yer alan yüksek bilinçler arttıkça aslında şifanın ne demek olduğunu daha derinden anlayacağız ve hastalık diye bir şeyin olmadığını, sadece hastanın olduğunu anlayacağız. Hastanın ise aslında en temelde bedensel enerji dengesi bozulan kişi demek olduğunu öğreneceğiz. “İyi de Ayşe, lise fizik dersi gibi konuşuyorsun!” dediğinizi duyar gibiyim. O zaman eski bilgilerimizi biraz hatırlayalım, üzerine yeni bilgileri ekleyelim.

Evrende her şeyin kendine ait bir titreşimi vardır. Vücudumuzun da titreşimi var. Tüm canlılar da titreşim aracılığıyla iletişim kurar. Sağlıklı bir insanın yaydığı titreşim yaklaşık 60-70 hertz, hasta bir insanın ise yaklaşık 40-50 hertzdir. Peki bunlar fiziksel boyutta mıdır sadece? Hayır, duygu ve düşünceler de frekansımızı etkiler. Nefret, öfke, üzüntü gibi olumsuz düşüncelerin insan frekansını 12 MHz kadar düşürdüğü, oysa mutluluk, aşk, sevgi, neşe, bütünlük gibi olumlu duygu ve düşüncelerin frekansı 10 MHz kadar yükselttiği bilimsel olarak ispat edilmiştir.

Bizler, hangi titreşim seviyesindeysek o titreşimdeki olayları, insanları ve olayları hayatımıza çekeriz.

Yani benzer titreşimler birbirini çeker.

İnsanoğlu çözümleme yapan bir varlık. Tarih öncesi devirlerde mağaraların duvarlarına resmedilen av hikâyeleri ya da hapishane hücrelerindeki duvarlara atılan çentikler, başımıza gelenleri anlatma ve kayda geçirme ihtiyacımızdan doğmuş. Aslında yaşamda ve hastalıkta asıl önemli olan, deneyimlerimizi nasıl çözümlediğimiz ya da çözümleyemediğimiz… Yaşadığımız olayları anlamlandırma biçimimiz olan konuşma ve yazmanın kullanılamadığını düşünelim. Yani duygular bastırılıyorsa, ifade edilmeden bizim içimizde kalıyorsa, bazı durumlarda yazmak ya da konuşmanın yerini bedensel bir hastalık alıyor olabilir mi? Bazı fiziksel semptomların, nasıl şifreli sorular ya da aslında yanıt almak için bize yapılan bir çağrı anlamına gelebildiklerini merak ediyorsanız birlikte göreceğiz.

Bazı semptomlar, bu sorgulama sürecindeki bir duraklamadan da kaynaklanabilir. Semptomlar aslında beden üzerinden kendini gösteren işaretler bana göre. İnsanın yaşadığı olaylar sonucu yaşadığı duygusal durumu nasıl yöneteceğini bilmediği için kendiyle iletişiminin koptuğu ya da zihinsel ayrıntılandırma sürecinin tıkandığı durumlarda ortaya çıkarlar. Bu süreçler artarsa biz daha fazla yüklenmeye başlarız. Hastalığı dile getiremezsek, işte bu yüklendiklerimizden dolayı hastalanırız.

Evrendeki her şey enerjiden oluşmuştur dedik. İnsan vücudu ise hücre çekirdeğindeki atomdan başlayarak aslında tüm organ ve sistemleri ile elektrik üreten ve frekans yayan bir varlıktır. Bedenimiz muhteşem kurgulanmış bir makinedir. Bu makine, dışarıdan gelecek tehlikelerden içeriden gelecek saldırılara kadar, her türlü duruma karşı savunma mekanizması olan ve sorun yaşadığında kendi kendini iyileştirmeye programlanmış bir enerji sistemidir.

Bu enerji sistemini ne zayıflatır? Kötü beslenme, sigara ve alkol, kötü yaşam ve çevresel şartların vücudumuzda biriktirdiği toksinler, yaşadığımız duygusal ve fiziksel travmalar, yaşadığımız olaylara yüklediğimiz duygusal anlamlar biyolojik olarak birikirler. Vücudumuzda bütün organlara ve dokulara ulaşan belli enerji merkezleri (çakra ve meridyenler) vardır. Bu merkezler sayesinde evrenden bedenimize enerji alışverişi her gün devam eder. Yaşadığımız olumlu ya da olumsuz her olay, duygusal olarak yüklediğimiz anlamlar, vücuttaki enerji sistemimizin etkilenmesine neden olur.

Bütünsel şifa sisteminden size bahsetmiştim. Ruhsal, bedensel ve zihinsel katmanlarımızın hepsi tek tek genel dengemizden sorumlu. Dengesizliklerin kökeni ise titreşimlerimizde. Bütünsel sistemde de göz önüne aldığımız en önemli prensip şudur: Tüm rahatsızlıklar aslında önce kişinin enerji sisteminde başlar.

Nasıl mı? Vücudumuzdaki her birim, her bir hücremiz ve organımız kendi enerjisiyle titreşir. Nefes almak, yürüyüp koşmak, yemek yemek, konuşmak, hareket etmek, kısacası yaşamımıza dair ne varsa bu enerjiye ihtiyaç duyarız ve bu enerji olmadan vücudun yaşamsal faaliyetlerini sürdürmesi söz konusu bile olamaz. Vücudumuzun pili gibi çalışan bu merkezlerde tıkanıklıklar, geçmişten gelen negatif titreşimler varsa hastalanırız.

İnsanın yaşamı boyunca vücudunda gerçekleşen sayısız hücre faaliyetinin temelinde hep elektrik vardır. Başka bir deyişle, vücuttaki tüm kimyasal işlemler elektrikle olup biter. Ancak her şey hücre yapısındadır. Yani atomlarda. Atom ne demek? Her şeyin ama etrafımızda gördüğümüz her şeyin yapıtaşı atomdur. Atomun içinde ise proton, nötron ve elektronlar vardır. Proton ve nötron çekirdekte bulunur, elektronlar ise çekirdeğin etrafında sürekli dönen hareketli taneciklerdir. Protonlar pozitif, elektronlar negatif elektrik yüklü, nötron ise yüksüzdür. Atomdaki elektron ve proton miktarı birbirine eşittir. Bu eşitlik de atomun nötr durumda olmasına neden olur. Atom fazladan bir elektron kazandığında bu onu negatif hale getirir ve denge bozulur. Atom bir elektron kaybettiğinde ise bu kez de pozitif yüklü olur. Bu dengesizlik elektron akımı başlamasına yol açar ve işte bu elektron akımı da “elektrik” olarak tanımlanır. Trilyonlarca atomdan meydana gelen insan vücudu elektronların hareketiyle ortaya çıkan enerjiyle çalışır. Ne muhteşem bir mekanizma değil mi? Yoksa Matrix filminde bahsedilen ve bize elektrik üreten makineler denen sistem bu mu?

Peki elektrik nasıl üretiliyor? Kim üretiyor ve çalışıyor bu elektriği üretmek için? İsimleri bana Minyon’ları çağrıştırıyor: Onlar vücudun mikro-herkülleri: mitokondriler! Vücudumuzun mikro enerji santralleri. Hücrenin içinde proteinlerden oluşan mitokondri, tıpkı bir elektrik santrali gibi çalışır ve hücrenin faaliyetleri için gereken enerjiyi üretir. Mitokondriler böylesine yoğun faaliyet içinde misyon bilinci ve motivasyonu bitmeyen şampiyon bir sporcu gibilerdir. Herhangi bir bakıma ihtiyaç duymadan görevlerini sürdürürler. Kaynakları? İşte bu pek önemli… Hücre çekirdeğimizin bu mikro elektrik santrallerinin besin kaynakları neler mi? Basit: nefes, su, yiyecek. Mitokondri neredeyse hücrenin tüm enerjisini üretir. Bulunduğunuz yerden kalkıp yürümeniz, ayakta durmanız, nefes almanız, gözlerinizi açıp kapamanız, kısacası hayatta olmanız için gereken enerji, hücrelerinizdeki “mitokondri” denilen santrallerde üretilir. Mitokondri olmaksızın hücreler yapmaları gereken işlerin hiçbirini gerçekleştiremez: Mitokondrisiz kas hücreleri hareket edemez, karaciğer hücreleri kanı temizleyemez, beyin hücreleri de emir veremezler.

Cambridge Üniversitesi’nde görev yapan biyokimya profesörü Peter Rich mitokondrilerde biyolojik elektron transferinin ATP senteziyle bağlantısını bilimsel yayınlardan Nature’da yayımlanan bir makalesinde şöyle açıklamıştır:

“Peki insandaki enerji elektrik enerjisi değilse, hangi tür bir enerjidir?”

İnsan vücudundaki sinyal iletisi, sinir sistemini oluşturan nöronlar tarafından iletilen atkılardan oluşur. Bu sistem, bir AC ya da DC güç sistemleri gibi değil de –sistemin gelişmişliği ve işleyişinin mükemmelliği günümüzde hâlâ yavaş yavaş anlaşılabildiği için– bizim bilincimizin anlayacağı bir örnekle, telgraf sistemine benzetilebilir. Telgraf sistemi, çeşitli kodlar kullanılmak suretiyle mesafeler arasında elektrik sinyalleriyle yazılı bilgi gönderilmesini sağlayan bir cihazdır. Bizim vücudumuzda gerçekleşen ise elektriksel bilginin yazısız aktarımıdır. Telgraf örneği bu anlamda yetersizdir. İletişimi anlayabilmeniz açısından bunu sanırım şöyle anlatabiliriz: Mesela ayağımıza batan bir dikeni saniye içinde hissederiz ve buna tepki verme sırasında elektrik sinyalleri ile bilgi akışı sağlanır. Bu saliseler içinde gerçekleşir. Yani elektriksel akımlarla sinir sistemi hemen hasar raporu verir.

“İletişim bu, titreşim de o zaman Ayşe…” diyecekseniz, insan vücudunun, organların, duyguların, tüm canlı organizmaların titreşim enerjisi var. Bu titreşim enerjisi, ürettiği elektrik ve enerji kanallarından akışıyla ölçülüyor. Mühendis, fizikçi ve bilimadamları tarafından yapılan deneyler ve üretilen makinelerle bunları ölçtüğümüz aygıtlar var. Bu aygıtlar yeni değil, 1980’lerden beri farklı boyutlarda tıp tarafından kullanılıyor zaten. Bu titreşim enerjisi sağlıklı ve dengeli olduğunda sorun olmaz, enerji kanallarımızın dengeli akışı bazı sorunlarla ve sistemine uygun olmayan materyaller bünyesine girdiğinde bozulur.

Nedir bunlar? Vücudumuzda bulunan toksinler, sistemimize giren mikroorganizmalar (kandida, mantarlar, bakteriler gibi), kazalar, yaşanan duygusal travmalar gibi ruhsal, bedensel ve zihinsel değişik etmenler olabilir. Bu durumda nerede sorun varsa önce enerji kanalında akış bozulur, sistem fonksiyonlarını kaybetmeye başlar. Enerji akmadığı için, başlayan enerji dengesizliği bir süre sonra ilerleyerek kendini fiziksel bedende başlayan işaretlerle gösterir. Bu işaretlere bütünsel tıpta “hastalık” denmektedir. Bu noktada titreşim tıbbı, hücresel düzeyde her organın kendi titreşim frekanslarını düzene koyarak çalışır ve böylece sistem kendi doğal dengesindeki titreşime gelip iyileşmeye başlar.

Ancak vücudumuz görmeye alışık olduğumuz diğer elektrikli sistemlerdeki gibi enerjisini dışarıdan almaz. İnsan vücudu kendi elektriğini kendi üreten harika bir makinedir! Hah buyurun, Ayşe şimdi de Matrix filmi ile bozmuş kafayı bize hikâye anlatıyor! Hikâye ama güzel hikâye bak bir dinle beni.

Herhangi bir elektrikli alet nasıl çalışır? Bu aletin fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için bir güç kaynağına bağlı olması gerekir değil mi? Aksi takdirde en gelişmiş makine dahi olsa elektrik enerjisi mevcut olmadığında fonksiyonsuzdur. Vücudumuz ise tüm bu sistemlerden farklı olarak ihtiyaç duyduğu enerjiyi kendisi üretir. Evet trilyonlarca hücre, canlılığını sürdürmek için elektrik üretir ve kullanır. Her bir hücre vücudun çalışmasını sağlayan küçük birer pil gibidir. Hücrenin çevresi potasyum, iç kısmı ise sodyum sıvısı ile doludur. Sodyum ve potasyumu karıştırdığınızda iki mineral birbiri ile etkileşime girer ve bir çeşit akım oluşur. Bu reaksiyonun sonucunda yan ürün olarak elektrik açığa çıkar. Bu, bir arabanın aküsünün sülfürik asit ve kurşun karıştırıldığında elektrik akımı üretmesi gibi bir durumdur. Radyolar, kasetçalarlar, el fenerleri, saatler vs. gibi cihazlar nasıl ki pillerden aldıkları enerjiyle çalışıyorlarsa, arabalar da akülerdeki bu enerji olmadan çalışmaz. Çünkü piller ve aküler kimyasal enerjiden yararlanarak küçük elektrik akımları üretirler. Vücudun kullandığı elektrik ise “biyoelektrik” kavramıyla ifade edilir.

Bunu ilk öğrendiğimde iki gün kendime gelemedim. Vücudumuzun muhteşemliğini, nasıl bir sistem olduğunu anlamak ve anlatmak ne kadar önemli. Vücudumuzun biyoelektriği, iyon adı verilen negatif ve pozitif yüklü parçacıkların hücresel değiştokuşudur. Örneğin potasyum bir hücre zarından dışarı serbest bırakıldığında ve onun yerine hücre içine sodyum alındığında küçük bir elektrik akımı meydana gelir. Akım geçtiğinde potasyum hücrenin içerisine ve sodyum da dışına gönderilir. Sağlık ve beslenme uzmanı Dr. Lendon Smith’in açıklamasına göre, “Bu şekilde hücreler kendi elektromanyetik akımlarıyla küçük piller gibi çalışırlar.” Bir hücrenin dışındaki yük ile içerisindeki yük arasındaki fark yaklaşık 50 milivolttur. Washington Eyalet Üniversitesi farmakoloğu Prof. Steven M. Simasko vücut elektriği ile, 40 wattlık bir elektrik ampulünü aydınlatabileceğimizi deneyleri ile ispatlamıştır. Tüm eski ikonalardaki yükselmiş varlıkların, meleklerin üstünde resmedilen ışık, başların üzerindeki nur halesi, aura ve bedenlerden yükselen Çi sakın bu olmasın? Ya da karizma diye anlatılan ve herkeste değil sadece bazı insanlarda gördüğümüz ışık, o insanların cazibesi bu olmasın?

Başka bir önemli konu da bazı hücrelerin diğerlerinden daha fazla elektrik üretmesi. Örneğin sinir hücreleri ve kalp hücreleri çok fazla elektrik üretirler ve sinir hücrelerinin, mesajlarını uzak mesafelere iletmeleri gerekir. Bu yüzden hem kendileri için hem de bu mesajları iletmek için daha fazla enerjiye ihtiyaç duyarlar. Peki, kalp hücreleri neden daha fazla elektrik üretiyor? Tüm vücudumuza kan pompalama görevi dışında? Kalbin başka işlevleri olduğu için olabilir mi? Ya da şu yükselmiş üstatların, gördüğümüz yüksek enerjisi bu mudur? Bir düşünmeli. Dünyadaki en yüksek titreşimin sevgi olduğunu söylüyor ya bütün eski ve kadim kaynaklar, korkunun düşük frekansının hâkim olduğu şu dünyada kalplerden yayılan sevgi enerjisini aktive edebilseydik nasıl bir dünya olurdu? Yayılabilir miydi sevgi? Gücüyle dünyayı aydınlatabilir miyiz? Tabii ki. Önce titreşimimizi düzenlemeli. Peki nasıl?

Titreşim tıbbından ülkemizde de bahsedildiğini duymak beni çok mutlu ediyor. Bu anlamda çalışmalarına değer verdiğim sevgili dost Haktan Aktanır ve yine çalışmaları ve kitaplarıyla muhteşem hizmetlerde bulunan sevgili Özer Uçuran Çiller’in merkezlerinde titreşim tıbbı tedavileriyle pek çok rahatsızlık ve dengesizlik düzeltilebiliyor.

Titreşim Tıbbını Kimler Nasıl Buldu?

Royal Raymond Rife 1920’li yıllarda temellerini attı bu sistemin. Rife, virüsleri canlı olarak gözlemleyebilen ilk bilimadamı. Rife kendi geliştirdiği mikroskobu ve polarize bir ışık ile bu gözlemleri yapmaya başladı ve bir gün gözlemlediği virüsün aniden parçalandığını ve öldüğünü fark etti. Bunun nedenini araştırdığında, kullandığı polarize ışığın frekansı ile virüsün yaşam frekansının tuttuğunu fark etti. Daha sonra virüs, bakteri, mantar ve benzeri patojenlerin öldüğü frekansları bulmaya başladı.

Kanseri “BX virüsü” olarak tanımladı ve o dönem dünyada büyük ilgi uyandırdı, gazetelerde manşetlerde yer aldı. Tabii ilgi artınca çalışmalarını hızlandırdı, başka bilimadamlarının da katkılarıyla Kaliforniya Pasadena’da bir klinik kurdu. 16 kanserli hastanın 14’ü tamamen iyileşti. Ne mi oldu sonra? Dönemin büyük ilaç kartelleri Rife’ın çalışmalarını engelledi. Fakat, bu çalışma bilimadamlarının hep merak konusu oldu ve el altından bu araştırmalara devam edildi. Böylece zaman içinde Rife jeneratörleri vebiyorezonans cihazları gibi çeşitli cihazlar ortaya çıktı.

Sistemin Çalışma Prensipleri

Manyetik rezonans, doku ve organlara içindeki DNA düzeyinde etki ederek, sinir sistemi, kalp damar sistemi, kemik, sindirim gibi akut veya kronik rahatsızlıkları daha çok erken safhasında saptayabilmektedir.

Manyetik rezonansla bedenin genel iyilik durumu ve olası riskleri, o kişinin genetik yatkınlığına göre tespit edilmektedir. Manyetik rezonans ve bitkisel terapi, alopatik tıp terapisi gibi diğer terapi yöntemleri ile birlikte yapılabilmektedir. Kullanılan kimyasal ilaçların yan etkilerini azaltması büyük bir avantaj sağlamaktadır.

Bir titreşim tıbbı cihazına bağlandığınızda, homeopatiden farmakolojiye, NLP’den, elektro-akupunktura Batı ile Doğu tıbbı prensiplerinin vekuantum fiziğinin harmanlandığı, Doğu ile Batı’nın felsefe ve şifa tekniklerini birleştirmiş bir sistemle şifa alırsınız. Temel prensip şudur: Bütünsel şifa yaklaşımına göre tüm fiziksel ve ruhsal dengesizlikler önce kişinin enerji sisteminde başlar. Vücudumuzdaki her bir organ kendi enerjisiyle titreşir. Bu titreşim enerjisi duygular, travmalar gibi zihinsel ve ruhsal etmenlerin yanı sıra, fiziksel boyutta toksinler, mikroorganizmalar sonucu bozulduğunda organ fonksiyonlarını kaybetmeye başlar. Titreşim veya enerji-terapi, hücresel düzeyde her organın kendi titreşim frekanslarını düzene koyarak çalışır ve böylece organ dengelenmeye, yenilenmeye ve iyileşmeye başlar.

Organlardan gelen enerjik yanıt, olması gereken enerjisel frekansa ulaşıncaya kadar, sistem özgün frekansı ile organları beslemeye devam edecektir. Vücudumuzun birçok bölgesi terapi sonrasında doğal frekansında titreştiği zaman, kendini iyileştirmek için daha yüksek enerjisel frekansa sahip olur. Anlattığım şey size bilimkurgu filmleri veya masal gibi mi geldi? Hayır. Bu cihaza kendim dahil tüm tanıdıklarımı soktum. Dengedeyim.

Her şey enerjidir. Enerji düşünceyi takip eder, düşünce inancın olur, inancın gerçekliğini belirginleştirir, gerçekliğin de kaderini şekillendirir.

Kendini bil!

Bu cümle hayatımın her yerinde.

Kendini bilmek o kadar önemli ki. Kendini bilmek demek, vücudunun ihtiyaçlarını, nasıl çalıştığını, nelerin iyi geldiğini, nasıl bakman gerektiğini bilmen demek. Yani bilgilenmen ve öğrenmen demek. Bu nedenle sen eğer sağlığının, kimliğinin, psikolojinin, sana ait her şeyin bilgisini dışarıda ararsan, alacağın cevaplarla yetinmek zorundasın. Bu yüzden kendini tanı. Makineni, mekanizmanı, işletim sistemini ve çalışma prensibini öğren. Saatlerce buzdolabının ve arabanın kitapçığına bakıyorsun da niye bir anatomi kitabı okumak aklına gelmiyor? Biraz önce yazdığım hücre yapınla ilgili satırları hızlıca geçiştirdin mi mesela? Hayatımızın en önemli aracı ve en kıymetli makinesi olan vücudumuz hakkında neden hep bilgisiz kalmayı tercih edelim ki? Sistemini bilmez isen, başına geleceklere razı olmalısın.

O yüzden hep dendiği gibi:

Oku dostum… Bu yüzden her şeyi oku.

Din kitabını oku, çocuğunun masal kitabını, ağaca sarılarak ondan akan bilgiyi oku, bazen karşındaki insandan gelen bilgiyi. Bilgi seni bu anlamda hem kurtaracak hem de özgürleştirecek. Kim olduğunun cevabını asla dışarıya sorma. Özünle bağlantı kur. İhtiyacın olan tek bilgi oradan gelecek. Dışarıdan hiçbir şey almaya ihtiyacın yok. Sen her şeyiyle kendine yeten muhteşem bir mekanizmasın.

İstediğin gerçekliğin frekansına uyumlandığında, sadece bu gerçekliği yaşarsın. Bu bir felsefe değil, fiziktir.

İyilik Sende Kitabından alıntıdır.