“İnsanlığın bütün sorunları, kişinin tek başına bir odada sessizce oturamamasından kaynaklanır.” Blaise Pascal

Aşırı bağlantılı bir dünyada yaşıyoruz. Dünyanın böyle olmasının faydaları devrim niteliğindedir. Cep telefonundan internete tüm bilgi teknolojileri, bizi dünya olarak birbirimize yakınlaştırdı. Ancak tüm muhteşem faydalarına rağmen aşırı bağlı olmanın yarattığı sorun, kendimiz dışındaki her şeye bağlanma eğiliminde olmamızdır.

Aşırı bağlantılı bir dünyanın neden olduğu tehlike genelde kişisel bağlantının eksikliğidir. Başkalarına bağlanmaya o kadar bağlıyız ki kendimizle bağlantı kurmayı genellikle gözden kaçırıyoruz.

Ve aslında neden kendimizle bağlantı kuralım ki? İnsanın içine bakması korkutucudur. Demek istediğim, gereği yokken neden yalnız olalım? Başkalarının heyecan verici düşünceleri ile kendimizi eğlendirirken neden kendi sıkıcı ve iç karartıcı düşüncelerimiz hakkında düşünelim?

Bu tarz bir akıl yürütme, bağımlılığa doğru kaygan bir zemin olabilir. Çünkü kendimizi tanımanın verdiği rahatsızlığı engellemek için başkalarının dünyasını kullanmaya kolayca kapılabiliriz. Kendimizden kaçmamıza yardımcı olan dikkat dağıtıcı şeyleri ne kadar çok ararsak, kendimizin bilinmeyen yönleri o kadar korkutucu hale gelir ve “bencillik” bağımlısı olma olasılığımız o kadar artar.

Ama nereye gidersek gidelim, oradayızdır. Yani eninde sonunda kendimizle uğraşmak zorunda kalacağız. O halde soru şu: Bu, kendi sağlıklı şartlarımıza mı yoksa bastırılmış olan gölgemizin şartlarına göre mi olacak?

Yalnızlık sanatını, size kimsenin öğretmemiş olduğu en önemli beceri haline getiren şey budur. Yalnızlık sanatında ustalaşmak, kendimizle ilgili rahatsız edici olan yüzleşmemizin sağlıklı şartlarda olmasını sağlar.

Basitçe bir şekilde söylemek gerekirse yalnızlık sanatı, yalnız kalma ve Benlik ile olan derin bağlantıyı mümkün kılmaya dair çok önemli bir yetenektir. Daha karmaşık bir şekilde ifade etmek gerekirse yalnız kalma sanatı, kültürel koşullanmaya ve toplumsal beyin yıkamaya rağmen gerçeklikle (hem iç hem de dış), gerçekte olduğu gibi bütünleşme ve Benliğin üstesinden hem bağımlı bütünleşme hem de kendi kendini aşma ile gelmeyi denemenin sanat biçimi haline geldiği beceridir.

İronik olan şu ki, kendimizle bağlantı kurmak, başkalarıyla daha iyi bağlantı kurmamızı sağlar.

Steve Monahan’ın dediği gibi, “Yalnızlık sanatında ustalaşmak bizi, ilginçtir ki daha antisosyal yapmaz; aksine daha iyi bağlantı kurma yeteneği sağlar.”

Bu, sevgi kavramıyla aynıdır. Kendimize olan sevgimiz ne kadar sağlıklı olursa, başkalarına olan sevgimiz o kadar sağlıklı olur.

Büyük düşünür Osho’nun dediği gibi, “Bir çiçekten hoşlanırsan, onu koparırsın. Bir çiçeği seversen, onu sularsın. Takdir etmek, sahiplikten üstündür.”

Sadece kendimizi sevdiğimiz zaman, ayrım yapan ve bağımlı bir şekilde, bize en uygun nitelikleri “koparır” (ayırırız) ve sonra geri kalan nitelikleri bastırırız; bunlar da en nihayetinde gölge enerji haline gelir.

Ancak kendimizi sevdiğimiz zaman, bütünsel ve karşılıklı bağımlı bir şekilde, kendimizi bütün olarak “sulamayı” (onurlandırmayı) öğreniriz; sıkıcı ve iç karartıcı düşünceleri, çirkin ve olumsuz nitelikleri, pişmanlıkları ve kederleri, suçları ve korkuları; hepsini dahil etmelisiniz, böylece bunlar içimizdeki sağlıksız ve ele geçirilmiş iblisler haline gelmesin.

Yalnızlık sanatını öğrenmek, Benliğe sahip olmaktan ziyade onu nasıl takdir edeceğini öğrenmektir.

İşte yalnızlık sanatını öğrenmenin sağladığı dört esas fayda…

  • Daha derin öz bilinç

“Bizler, korkunç olan şeylerden daha güçlüyüz.” Jordan Peterson

Yalnızlık, benliğin daha derin bir şekilde takdir edilmesine yol açar; çünkü sizi, içsel benliğinizle iç içe geçmekten alıkoyacak hiçbir şey yoktur. Başkalarının bağımlılık yapıcı niteliklerinden uzakta, nihayet içinizdeki kargaşanın hesabını verebilirsiniz.

Tüm endişeler, şüpheler ve korkular yüzeye çıkar. Elbette bu korkutucu bir şeydir, ama sizi “en gerçek siz” yapan hammadde budur. Kendini takdir etmek, kendinizle bütünsel bir şekilde nasıl ilişki kuracağınızı öğrenmektir.

Bu ise içinizdeki şeytanları susturmak ve uzlaştırmak demektir. Kederleriniz, suçlarınız ve korkularınızla anlaşmaya varmak ve onları, daha sonra sizi lekelememeleri için içtenlikle onurlandırmak anlamına gelir. Derin yalnızlık, bunları bir perspektife yerleştirir.

Bu daha sizi derin bir öz bilince götürür, çünkü sizi benzersiz ve özgün kılan şeye nasıl saygı duyacağınızı ve takdir edeceğinizi öğretir; bu benzersizlik ne kadar tuhaf, çirkin veya ne kadar rahatsız edici olursa olsun.

  • Daha derin bir çevre bilinci

“Modern insan, içgüdüsünü kaybetti ve yok etti; artık ‘ilahi hayvana’ güvenemediği gibi anlayışı kusurluyken ve yolu çöllerden geçerken saltanatını bırakamaz.” ~ Nietzsche

Derin yalnızlık, hem Doğa hem de “ilahi hayvanımız” ile daha sağlıklı bir ilişkiye yol açar. Bağımlılık yerine bağımsızlığı ve onun yerine ise karşılıklı bağımlılığı öğretir. Her şeyin birbirine bağlı olduğunu ve içgüdüsel benliğimizin bütünün bir parçası olduğunu ortaya koyar.

Eko-bilinç, benmerkezci olmaktan çok çevre merkezli bir bakış açısına götürür. Bu bakış açısından ile doğa ile insan ruhu arasındaki dengeye duyarlı, Sağlıklı ve Sağlıksız arasındaki hayati farkı ve her şeyde ölçülü olmanın önemini gösteren derin bir eko-ahlak ortaya çıkar.

Derin yalnızlık, sonunda Doğa Ana’nın “kelimelerden eski dili (Derrick Jensen)” olduğunu duymamıza ve anlamaya başlamamıza yardımcı olur.

Bu anlamda derin yalnızlık üstündür. Esrarlı, ilahi ve spiritüel olanla ilişki, kendini bu birbirine bağlılıkta gösterir. Tanrı (tamamlanmış bütün), sonunda ilişki kurabileceğimiz bir şey haline gelir.

  • Daha derin bir yaratıcılık

“Sanat, insanı yakalayan ve onu aracı yapan, doğuştan gelen bir tür dürtüdür. Sanatçı, kendi amaçlarını arayan özgür irade bahşedilmiş bir kişi değil; sanatın amacını, kendi aracılığıyla gerçekleştirmesine izin veren kişidir. Kişinin, bir insan olarak ruh halleri, bir iradesi ve kişisel hedefleri olabilir; ancak bir sanatçı olarak daha yüksek bir anlamda ‘insan’dır, o ‘kolektif insan’dır; insanlığın bilinçsiz, psişik biçimlerini taşıyan ve şekillendiren kişidir. “  C.G. Jung

Sürekli olarak statükonun ezici gücü tarafından kuşatılmışken küçük konfor alanlarımızı korumanın günlük rutinine kapılırız. Macera ve yaratıcılıktan vazgeçme pahasına güvenliğe ve emniyete sarılırız. Eşsiz ifademizi feda ederek kültürel saatin işleyişinde iyi ayarlanmış bir dişli olmanın aldatmacasına kapılırız.

Yalnızlık sanatını uygulamak, sıradan olan döngüyü kırmanın bir yoludur. Bu ise senaryoyu tersyüz edip yeniden yazmanın, sürekli olarak bizi kandırmaya çalışan sistemi tersine çevirmenin bir yoludur. Yalnızlık sanatı, kendi yolumuzdan sıyrıldığımızda yaratıcı Başlangıç ​​Zihni ile birlikte sıkıcı alışkanlıklarımızı ve sıkıcı rutinlerimizi geliştirmemize yardımcı olur.

Derin yalnızlık, bize derin savunmasızlığı öğretir. Bu derin savunmasızlık, konfor alanımızın etrafına inşa ettiğimiz boş duvarları yıkmamıza yardımcı olur. Bu anlamda, esrik deneyime daha iyi teslim oluruz.

Sıradan olanın içinde olağanüstü olanı deneyimlemeye ve kontrolünü kaybetmeye cesaret eden bir insanın vahşi ve savunmasız kalbi yaratıcılığın (sanatın), hayatın kaynağına taşmasına neden olur. Sıra dışı olanın tohumu, sıradan olanın sürekli bereketli toprağına ekilir ve insanlık durumunun biçimsel kıtlığı ve bayağı yapısı, serpilmeyle ve Eudaimonia ile olgunlaşır.

  • Daha derin bir özgürlük duygusu

“Hayvanın çok fazlası uygar insanı çarpıtır, uygarlığın çok fazlası hayvanları hasta eder.” Jung

Yalnızlık sanatı, bize nasıl dengeli ve mevcut olacağımızı öğretir. Bize nasıl sağlıklı olunacağını öğretir. “Hayattaki at yarışından” kurtulabildiğimizde, tüm atların neden yarıştığını daha iyi görebilir ve ardından “yarış” nedenleri ile gerçekte sağlıklı olanları karşılaştırabiliriz.

Yalnızlık, bağımsızlık yerine karşılıklı bağımlılığı öğrettiğinden, sadece küçük resmi ortaya çıkarmış olmamıza rağmen büyük resmi daha iyi görebiliriz.

Bütünü, bakış açımıza entegre edebildiğimizde hiçbir hapishanenin (gerçek ya da hayali) bizi tutamayacağı bir şekilde özgür oluruz. Sadece benliği algılayan bir dünya olmaktan, kendini benlik aracılığıyla algılayan bir dünyaya geçeriz.

Bu, yalnızlık sanatının nihai güzelliğidir. Bize, ne kadar yalnız hissedersek hissedelim, hepimizin internet bağlantısının tasvir edebileceğinden çok daha derine giden bir anlamda bağlantılı olduğumuzu öğretir.

Derin yalnızlık, bize bu derin totolojiyi öğretir: Yalnızca yalnız olduğumda gerçekten hiç yalnız olmadığımı fark ederim. Hepimizin içindeki “ilahi hayvan” olan yalnız kurt, bunu anlıyor.

Atinalıların dediği gibi, “Asla yalnız değiliz. Aynı ayın altında uluyan kurtlarız. “