Herkese merhaba! Çok sevdiğim hocam, aile ve ilişki danışmanı sevgili Serhat Yabancı ile yeniden birlikteyiz. Onunla, sizler için daha önce ilişkileri ve evliliği konuştuk. Bu kez de, ilişki kurmaktan bahsedeceğiz. Nasıl ilişki kurarız? İlişkiyi başlatmak ve sürdürmek nasıl olmalı? İlişkilere dair merak ettiğiniz soruların cevabı yazımın devamında…

İlişkiyi Sürdürmek

İlişkiyi sürdürmek, en az başlatmak kadar önemli bir şey. Zaten, ilişkinin üç tane boyutu var; başlatmak, sürdürmek ve eğer gerekiyorsa bitirmek. Sürdürmek noktası, aslında bitişle ilgili de ipucu veriyor. Baktığımızda, sürdürmekle ilgili fark ettiğimiz hatalardan biri, ilişkilerdeki güç savaşı meselesidir.

Güç savaşı, kimin haklı olduğuna dair savaşlarla başlayan bir süreçtir. “Ben mi haklıyım o mu haklı?”, “Benim dediğim mi onun dediği mi?”. Güç savaşı, “ego savaşı” olarak da tanımlanır. Bu, en tehlikeli evlilik tipidir. Sürekli bir savaş, sürekli bir tartışma olayı vardır. “Bardak niye burada?” tartışması, antropolojik kazı ile nişanlılık dönemine kadar gider. Burada amaç, günün sonunda o tartışmayı kazanmaktır. Bu tip durumlarda, taraflar ne hata yaparsa yapsın, karşıdakinin hatası ile kendini temizlemeye çalışır.

“Ben bağırdım ama o da bana hakaret etti”. Diğer taraf da, “Ama ben hakaret etmeden önce sen de bana bağırdın” diyebilir. Bu tartışma, “Ama sen de ondan önce bana şunu yapmıştın” diye gider. Bu, evlilikte nedensel döngüsellik ilkesidir. Her hatanın bir başka hatayla ortaya çıkması durumudur.

Ego Savaşları Neden Olur?

Kendi ilişkimden de hatırlıyorum. Örneğin; trafikte, arabada erkekler kendilerine çok fazla karışılmasından hoşlanmıyorlar ama aynı zamanda kendileri de her şeye çok karışıyorlar.

Tarafların amacı ilişkiyi kontrol etmekse, bu ilişkiyi bir süreliğine ancak boyun eğen biriyle sürdürebilirler. Kontrolcü biriyseniz, karşı tarafın önünde iki seçenek vardır; ya savaşmak ya da itaat et, rahat et taktiği geliştirmek. Ancak, size itaat eden biri de o duygusal ve cinsel performansı size vermeyecektir. Çünkü, itaat eden insan zaten kaygılı bir insandır.

Kaygılı insanlar; olay büyümesin, tedirginlik artmasın, daha kötü şeyler olmasın diye istemediği halde geri çekilen insanlardır. Bir insan, inanmadığı bir süreci yaşayıp bir yandan da onu bu duruma düşüren kişiye içten bir sevgi gösteremez. Hem itaat etmesini hem de size “canım, cicim” demesini bekliyorsanız, bu bir çelişkidir.

Kişi zaten korkudan dolayı sinmişse, korkunun olduğu yerde sevgi olmaz. Varsa da, dışarı çıkmaz. Biz istiyoruz ki, kontrol bizde olsun. Kontrolün bizde olduğunda her şeyin daha iyi olacağını düşünüyoruz ama ilgisi yok. Kontrolün olduğu yerde, itaat ve korku vardır. Korkunun olduğu yerde tedirginlik vardır. Tedirginliğin olduğu yerde de hiç kimse kendisi gibi değildir.

Bir taraf hep haklı olmaya çalışıyorsa, diğeri de benzer özellikleri gösteriyorsa, bu çiftler her konuda tartışabilirler. Haklı çıkmak için de, o anki olaydan çıkıp bir önceki haklı olduğu olayı gündeme getirir.

– “Bardağı niye buraya bıraktın?”

– “Unuttum”

– “Ne unutması! Sen her seferinde bunu yapıyorsun. Geçen sefer de çorabı bırakmıştın.”

– “Ya ben çorabı bıraktım ama sen de her şeyi sorun ediyorsun.”

Burada ne oldu? Bardaktan çoraba, çoraptan da genel kişilik özelliklerine geçilmiş oldu. Konu, o kadar farklı yerlere gidebiliyor ki; bardak olayı bir evlilikte 19:00 ile 03:00 arasında tartışma konusu olabiliyor.

Çiftler, bazen kavgayı kabul ediyorlar, 24 saat küs kaldıklarını da kabul ediyorlar ama çoğu zaman konuyu hatırlamıyorlar. Neden biliyor musunuz? Güç savaşı olan evliliklerde, somut bir sorun yoktur. Her zaman, sorun edilen konular vardır. Çünkü burada amaç, mutlu olmak değil haklı olmaktır. Zamanla da, iki taraf da birbirine karşı öfke ya da tahammülsüzlük geliştirmeye başlıyor. Sonucunda da, “Biz artık anlaşamıyoruz, bizim ayrılmamız gerekiyor” noktasına geliyorlar.

İdare, Akut Durumlarda Gereken Bir Şeydir

Yanlışlara, hatalara, saygısızlığa sürekli idare eden bir gözle bakmayın. Siz onun adını idare koyarsınız ama onun adı tavizdir. Çünkü, idare ya da fedakarlık denilen şey, akut durumlarda gereken bir şeydir. Sürekli idare etmek, artık bir görevdir. Sürekli idare ediyorsanız, onu saygısızlaştırırsınız, idare etmeyi de kendinize bir görev olarak atfedersiniz.

Bu, Türk toplumunda genel olarak görülen bir şey. Türk kadınları, zaten böyle bir problem yaşıyor. Var olan bir evlilik ve bir baskı var. Kadın kendi finansal özgürlüğüne sahip değil ve ayrılamayacak. Erkek de bir korku cumhuriyeti kurmuş ve kadın sürekli taviz veriyor. Ama bir yandan da evliliği devam ettiriyor. Bir kadının, böyle bir senaryoda mutlu olması mümkün değildir. Peki, böyle bir durumda ne yapılmalı?

Kişi Kendini İfade Etmeli

Kontrolcü ve dominant olmak, özgüven sorununun işaretidir. Dominant kadın, zayıf kadındır. Kontrolcü ve dominant erkek, zayıf erkektir. Bir insan, kontrol etmeye neden ihtiyaç duyar? Çünkü, kontrolünde olmayan şeylerle ilgili hep bir kaygısı vardır.

Millet olarak yıllarca, dominant olmayı güçlü olmak zannettik. Dominant kadın gülemiyor, rahat değil, esnek değil, sonra da ben “Güçlü kadınım” diyor. Güçlü insan, ne hissediyorsa onu yaşayan insandır. Güçlü kadın, gülmesi gereken yerde kahkahasını atandır, üzüldüğü yerde de gözyaşını akıtandır.

Güleceği yerde gülemiyor, ağlayacağı yerde de zayıf görünmemek adına ağlayamıyor. Nerede kaldı güçlü kadın? Erkekte de durum aynı. Güçlü erkek, suratı sürekli asık olarak erkek olarak karşımıza çıkıyor. Evinde de suratı asık. “Aman çocuğa yüz verme şımarır”, “Aman eşe daha fazla ilgi gösterme daha fazlasını ister”, hep daha fazlasına yönelik bir kontrol var.

Kaygılar insanları sertleştirir, korkular insanları kontrolcü yapar. Yukarıda bahsettiğimiz o güç savaşı ve haklılık savaşı; aslında, hayatı akışa bırakamama durumudur. Peki, kişi neden hayatı akışına bırakamaz? Çünkü, hayatın akışına güvenmiyordur. Bunun altında birçok dinamik vardır; küçük yaştan itibaren hayatla kendisi baş eden kadınlar veya erkekler, hayatın bütün sorumluluğunu üstlenenler, devamlı anne- baba ile büyüyen çocuklar, arkalarında kimse olmadan hayatla baş edenler ya da aşırı pohpohlanan çocuklar, evlendiklerinde her şey kendi kontrollerinde olsun isterler.

Haklılık Savaşı Nasıl Çözülmeli?

Eğer ilişkinizde bir haklılık savaşı yaşıyorsanız, hatanın yüzde ellisini sahiplenmelisiniz. “Bağırdım ama” demeyin, bağırmayın. “Bağırdım ama o da bana surat astı” ya da “Ben ona bağırdım o da kapıya vurdu”. Haklılık savaşında, kişi kendi davranışını üstlenmez. Her zaman, davranışının nedenini söyler.

Mahkemeye gittiniz ve birbiriniz hakkında şikayetçi oldunuz. Siz ona küfrettiniz, o da size tokat attı. Mahkeme ne yapar? Birine küfretmekten dolayı ve diğerine de fiziksel darptan dolayı ceza verir. Ne olur? Her iki taraf da ceza alır. Ama, haklılık savaşlarında kişiler kendilerini masum sanarlar.

Yanlışa yanlışla cevap vermek, yanlış yapanı rahatlatır. Neden? Çünkü, o yanlışına yanlışla karşılık bulduğu için, artık savunacağı başka bir şey vardır. “Sen de şunu yaptın”. Burada, genellikle şunu öneriyorum;

  • Eleştirerek bir şeyi düzeltemezsiniz,
  • Suçlayarak kimseyi değiştiremezsiniz,
  • Yanlışa yanlışla cevap vererek kimseyi terbiye edemezsiniz.

Sessiz Kalmak Taviz Vermek Değildir

Sessiz kalmanın taviz olduğu sanılıyor. Açıkçası, o noktaya gelmiş birine hiçbir şey anlatamazsınız. Öfke nöbeti yaşayan bir erkek küfredip, bağırıp, çağırabilir. O krizde yapılacak tek bir şey vardır; o kriz atlatılana kadar susmak.

O noktaya gelmiş bir insan, zaten zihinsel faaliyetlerini pasifize etmiştir ve duyguları ile hareket ediyordur. Öfke bir duygudur ve kişi tamamen duyguları ile hareket eder. O noktaya gelmiş birine asla bir şey anlatamazsınız. Zihni zaten reddeder. Bütün insanlar, öfkeden önce haklı hissederler. Öfke, her zaman haklılıktan doğar. O kadar kendini haklı görmüş ve o haklılıktan dolayı o kadar öfkelenmiş birine, “Ama sen de bunu yaptın” diyemezsiniz. Daha da öfkelenip sizi daha çok üzebilir. Peki, kriz yönetimi için ne yapmak gerekiyor?

Kriz esnasında kronikleşmiş sorunları çözmeye çalışmayın

Orada hiçbir şey çözülemez. Önce krizi yönetmeye odaklanın ve olayı yatıştırın. Bir fırtına çıktığında camlar açıksa, onu kapatmaktan bahsediyorum. “Bu fırtına niye çıktı?” diye kavga etmeyin. Krizi yönettikten sonra, oturup şunları konuşmanız gerekiyor:

  • Hiçbir gerekçe ile bana saygısızlık yapamazsın,
  • Hiçbir gerekçe ile bana kendimi değersiz hissettiremezsin,
  • Hiçbir gerekçe ile beni yok sayamazsın

Bunları, karşınızdaki kişi sizi anlayacak bir zihinsel moddayken yapmalısınız. Aç bir adama bunu söylerseniz, açlığın getirdiği tahammülsüzlükle daha büyük tepkiler görebilirsiniz. Uykusu gelmiş bir kadına ilişkinin otopsisini yaparsanız, bir çuval laf yiyebilirsiniz. Temel ihtiyaçların giderildiği ve kişinin sağlıklı düşünebildiği anları tercih edebilirsiniz.

Bütün taktikleri uyguladıysanız ve işe yaramıyorsa, bu insan zaten sıradışı bir kişilik özelliklerine sahiptir. Hiçbir şekilde bir çözüme yanaşmayan, “her zaman her şekilde benim dediğim olacak” diyen bir insanla anlaşmak için, kendinizden vazgeçmeniz gerekir. Bunun adı da ilişki değildir. Kendinizi karşınızdaki kişiye monte etmiş olusunuz. Bu da zaten, ilişkiyle ilgili değil kişilikle ilgili bir sorundur.

İlişkinin Başından İtibaren Bazı Kırmızı Çizgilerin Olması Gerekir

Hiçbir gerekçe aldatmayı, hakareti, fiziksel şiddeti ya da duygusal şiddeti haklı kılmaz. Bu kırmızı çizgileri çizdiğinizde; vurmadan, bağırmadan, sövmeden iletişim kurma mecburiyeti doğar. Fiziksel müdahale yerine sözel olarak iletişim kurmaya başladığında, insanlar o medenileşme adımı atılmış. Bu çerçeveyi çizdiğinizde hangi ilişkide sorun çözülmez ki?

Bu çizgileri aştığınız için anlaşamıyorsunuz ve en küçük olayda genel teşhis koyuyorsunuz. Çok fazla titizseniz ve bardak masada kaldıysa, “Sen sorumsuzsun” demeye başlıyorsunuz. O adama sorumsuz demek, o kadına bencil etiketini yapıştırmak onu bu özelliği ile barışık hale getirir. Onu iyileştirmez ki! “Öyleysem o zaman niye sorun ediyorsun? Benim bardağımı sen kaldır” diyecek.

Bir de bazen, dertleştiğimiz bir arkadaşımız ya da bir uzman, eşimize bir teşhis koysun istiyoruz. Ben de bazen, “Sizce de bu şizofren değil midir?” soruları alıyorum. Ben de diyorum ki, “Farzet, ben böyle bir şey demiş olayım. Ne yapacaksın?”. Bu kez de, bile bile psikopat biriyle evliliğinizi yürütmek zorunda kalacaksınız. Haklılığın burada hiçbir faydası yok. Eşinize o teşhisi koymak, sizi rahatlatmayacak. Şunları da aklınızdan çıkarmayın:

  • Kişilik haklarınızla ilgili anlaşmaları baştan yaparsanız, ondan sonra geriye kalanlarla ilgili her şekilde anlaşmanız mümkündür.
  • Hiçbir zaman hataya hatayla karşılık vermemeyi kendinize mutlak olarak öğretmeniz gerekiyor.
  • Hiçbir hatayı gerekçesiyle savunmamanız gerekiyor. Karşınızdakinin de bunu yapmasına izin vermemeniz gerekiyor. “Seni aldattım, ama”, aması yok! “Evliliğim çok da kötü olsa, ben aldatmayı seçmemeliydim”. Çünkü, evliliğiniz çok kötüyse iki seçeneğiniz var: ya düzeltirsiniz ya da bitirirsiniz. Ama, aldatamazsınız.
  • “Bir sor bakayım niye yaptım” sorusunun gerekçesini aramak ya da gerekçesini savunmak, eylemi normalleştirir.
  • Hiçbir gerekçe hakareti, saygısızlığı, yok saymayı, değersizliği meşru kılmaz.

Konularımız devam edecek. Şimdilik hoşça kalın!