Duygular zihinsel durumumuzla ilgilidir çünkü düşüncelerimizle bağı vardır. Düşüncelerimiz de davranış ve hislerimizi doğrudan etkiler. Bazı duygularımız bize keyif verir bazıları ise vermez ve herkesin birbirinden farklıdır.

Genelde insanlarla duygusal bağımızı annemizin ve babamızın bizimle küçükken kurduğu ilişkiye birebir benzer haliyle kurgularız. Şöyle ki; eğer annemiz koruyucu, şefkatle yaklaşan bir insandıysa, biz de aynı şekilde insanlara davranırız. Tam tersi bir durumda olabilir, annemiz  bize uzak, ihtiyaçlarımızı görmezden gelen bir yaklaşımdaysa aynı şekilde etrafımızdaki insanlara  öyle davranırız.

Zihinsel gelişim doğduğumuzdan itibaren her yaş farklı şekilde ilerleme kaydeder ve bir insanın beyninin gelişimi yirmi beş buçuk yaşında tamamlanır. Bu gelişimin en önemli zamanı sıfır ile altı yaş arasıdır bu zamanda yaşadığımız hisettiğimiz her şeyi beynimiz bilinç altımızda depolar.

Altı ile on iki yaş arasında daha önce öğrendiğimiz bilgileri pekiştirmeye ve alışkanlığa dönüştürmeye başlarız. Daha sonra artık arkadaşlarımıza kendimizi kabullendirmeye ve toplumdaki yerimizi konumlandırmaya çalışırız.

Çocukluğumuzdan itibaren ilk olarak annemizden sonra babamız ve varsa kardeşlerimizden ihtiyacımız olan güveni, sevgiyi öğreniriz ve doğru kurgulayamadıysak, muhtemelen bu durum sonraki hayatımızda zihinsel sorunlar olarak karşımıza çıkar. Tabi burada bu durumun birebir sorumlusu ailemiz ve ayrıca genetik mirasımızdır.

Bunların yanısıra, çocuk, arkadaşları tarafından alay edilen ve kabul görmeyen bir okul dönemi geçirdiyse de özgüven, özdeğer ve özsaygı konularında hasar almış demektir. Kişinin, bu üç saydığımız kişiliğin temel taşlarını yerine düzgün koyamaması hainde, ilerleyen yaşlarında her hangi bir mutlu arkadaşlık ilişkisini  kendi kendine “Sabote” etmesi muhtemeldir.

Bunun en büyük nedeni küçükken görmediği ilgiyi, mutluluğu daha sonra başka birisiyle yakalamasını kendisine hak görmez çünkü ailesi  o küçükken bilinçli  veya bilinçsiz bir şekilde ona karşı tekrarlanan davranışları ile onu ikna etmiştir.

Kişinin kendisinin farkında olması en önemli çözüm başlangıcıdır. İkinci önemli konu ise kişinin durumunu kabul etmesidir. Sonrasında birey, profesyonel psikolojik kısa yardım vesilesi ile bu durumla baş etmeyi öğrenebilir. Direnç gösteren ve durumunu kabul etmeyen kişinin iyileşmesi yavaş olabilir.

Ciddi zihinsel rahatsızlığı olan kişiler genelde o durumla yaşamayı kabul ettiklerinden hasta olduklarını kabul etmezler. Bunun genellikle kendilerinin karakteristik özellikleri olduğunu  ve onlara özel bir durum olduğunu izah etmeye çalışırlar. Etrafında bulunan bir çok kişi de “Evet sinirli biraz” ya da “Modu çok çabuk değişiyor astrolojik burcundan olmalı” gibi yorumlar yaparak kişiyi seviyorlarsa onun psikolojik rahatsızlık durumunu bu bahaneler vesilesiyle normalleştirmeye çalışırlar.

Esasında psikolojik sorunları olan birinin kendini fark etmediğinde sonradan bir çok zihinsel problemin kar topu gibi  büyüyerek aynı anda var olabilir. Bu duruma da “Comorbidity” denir. Bir örnekle “Borderline” zihinsel rahatsızlığı olan kişinin “ADHD”, “Depresyon”  veya “Obsesif Kompulsif” hastalığı aynı anda olabilir.

Ciddi boyutta zihinsel bir bozukluğumuzun olup olmadığını bazı reaksiyon ve düşünce tipimizden saptayabiliriz. Öncelikle kişinin kendisinde bir gariplik olduğunu hissetmesi gerekir. Kişinin kendisiyle ilgili ciddi bir saptama yapabilmesi için çevresi, yakın arkadaşları ve ailesi ile olan ilişkilerinde önemli istem dışı problemler yaşıyorsa yani çok sık kavga hali ve yakınlarının kendisinden uzaklaşmasını deneyimliyorsa bir psikologdan destek alabilir.

Bir durumun  farklı şekillerde çok tekrarlanması ve sürmesi hali psikolojik hastalık belirtisidir. Yoksa sinirlenmek, ağlamak, üzülmek gibi duygular gayet insani tepkilerdir.

Kendisinde farklılıklar sezen bir danışanım uzun süredir ailesinin ve yakın arkadaşlarının, hayalinde onların kendisini terk ettiğini kafasında canlandırdığını söyledi. Ölümlerinden mi korktuğunu öğrenmek istediğimde, cevabı, yaşarken kendisini terk etmelerinin daha korkutucu olduğuydu. Peki bu gerçekten oldu mu diye sorduğumda, olmadığını ama bunun gerçekleşme ihtimalini düşündüğünden, terk etmesinler diye aşırı çaba gösterdiğini söyledi.

Bu düşünce kalıbı bilinen bir zihinsel bozukluğun ilk maddelerinden biriydi ama tanısı için yeterli değildi. Çünkü bir hastalığın beş ayrı tanısının bir arada bulunma halinde o hastalığın varlığından emin olunabilirdi.  Bu sebeple dinlemeye devam ettim.

İkinci sözünü ettiği konu yemeğe başladığında kendini durduramaması ve bu durum içmeye başladığında da aynı şekilde olmasıydı.

Üçüncü veri, arkadaşlık ilişkilerini çok yoğun yaşaması ve iki aşırı uçta karşısındaki kişiyi yorumlaması. Daha net bir örnekle, arkadaşını yere göğe bir yandan koyamayıp överken bir başka gün aynı kişiden bahsederken onu küçümseyip, değersizleştirmesiydi, sanki iki farklı insandan söz eder gibiydi.

Dördüncü semptomu, gün içinde kendini mutlu hissedip eğleniyorken bir anda bir şeye sinirlenip çabuk öfkelenmesi. Kısa zaman içinde değişken dengesiz reaksiyon modunda olmasıydı.

Beşinci semptom kronik halde “Manasızlık” hissetme hali. Kendisini ve hayatını manasız bulması ki başkasına göre öyle olmadığı halde sahip olduğu hiç bir şeyin anlamı olmadığını düşünmesiydi.

Bu göstergelerin hepsi  danışanımda “Borderline” olduğunu gösteriyordu. Genelde, borderline hastaları intihara meyillidir fakat henüz kendisinde bu durum gelişmemişti. Burada önemli olan konu kendisinde bunları fark edip erken teşhiste bulunulmasını sağlamasıydı.

Sinirlenmeyi gerektirmeyecek küçük olaylarda bile büyük tepkiler veriyor olmak, tehlike çanlarının çalmaya başladığının göstergesidir. Eğer düzenli olarak kuşku içinde herkese güvensiz, bir yandan bencil ve bilinçsiz suçlu hissetme haliniz var ise bir psikologdan profesyonel destek almak şart olmuş demektir.

Konu ile ilgili sorularınız ya da paylaşacaklarınız varsa bana z.eylemsenkal@gmail.com adresinden ulaşabilirsniz.

Psikolojik danışman

Zeynep Eylem Şenkal