“Beni bende demen, bende değilim

Bir ben vardır bende, benden içeri” diyen Yunus Emre’nin sözlerine kulak verdik de duyduk mu?

Duyduk da dinledik mi?

Dinledik de anladık mı?

Kimdir bu içerdeki ve dışarıdaki ben?

Aslında sen kaç kişisin?

Kimilerinizin “ne diyorsun?” dediğini duyar gibiyim. Bazen en uzağımızda olan, bazen en yakınımızda duran, bazen çok yüzeyde görünen, bazen de en derinimizde kazılmayı bekleyen “ben”den söz ediyorum.

Dolayısıyla benlikten bahsetmek istiyorum en önce.

Genellikle eş anlamlı olarak kullanılanılan ben ve benlik kavramları kişiyi başkalarından ayıran duygu, tutum ve davranışların tümünü olarak tanımlanabilir.

Anlamda bu kadar net olsa da aslında bir o kadar da derinlikli bir kavramdır benlik. Bu sebepten ötürü olsa gerek ki tarihsel olarak bakıldığında felsefi, psikolojik ve sosyolojik açılardan açıklanmaya çalışıldığı dikkatimizi çeker.

Örneğin William James, psikoloji bilimi içinde benlik kavramını ele alan ilk psikologtur. The Principles of Psychology adlı eserinde, benliğin “bilen benlik” ve “bilinen benlik” yani “özne ben” ve “nesne ben” olmak üzere iki boyutta ele alınması gerektiğini ifade eder.

Kişinin kendine dair algılama şekli “özne ben” iken, kişinin diğerleri tarafından algılanan yönü ise “nesne ben”dir.

James benliği ele alırken 3 temel öğeye ayırır.

  1. Maddesel benlik: Bireyin yalnızca bedenini değil, aynı zamanda sahip olduğu maddesel şeyleri de kapsamaktadır.
  2. Manevi benlik: Bireyin tüm bilinç durumu ile psişik potansiyellerini içine almaktadır.
  1. Sosyal benlik: Bireyin sosyal hayatındaki rollere uygun davranmasıdır.

James’e göre birden fazla sosyal benlik bulunmaktadır ve birey, içinde bulunduğu sosyal ortama göre farklı benliklerini ortaya koymaktadır.

Tam da bu noktada Erving Goffman’ın benlik kavramından bahsetmenin yeri diye düşünüyorum. Zira Goffman, bireylerin yüz yüze etkileşim sırasında sergilemiş oldukları öznellik konusunu ciddiye alır. Bu noktada benlik sunumu kavramı onun için önemlidir. Goffman, benlik sunumu kavramını kullanarak bireyin diğerleriyle yani ötekiyle karşılaşması, temas kurması halinde kendisini nasıl yeniden ele aldığını, sunduğunu hatta bunun için stratejiler geliştirdiğini açıklar.

Çünkü birey ötekiyle etkileşime girdiği zaman öteki karşısında bir sahneye çıkmaktadır. Bu sahnede birey, bazı şeyleri ileterek, bazı şeyleri iletmeyerek ve bazı şeylerin ise üzerini örterek diğeriyle etkileşime girer. Tiyatro metaforunu kullanan Goffman, aslında her bir bireyin tıpkı tiyatro oyununda olduğu gibi bir de sahne arkası olduğunu ifade eder (Bayad, 2016:83).

İşte bu noktada sahne arkamızı düşünelim istiyorum.

Sahnenin ardındakiler neden sahnenin önünde değiller? Ya da belki de soruyu tersten sormalıyız. Sahnenin önündekiler neden ardında değiller?

Perdenin önünde sergilediklerimiz ile perde arkasında bıraktıklarımızı ne ile besliyoruz?

Bunun bize katkısı ne?

Bilinçli bir şekilde karşı tarafa ilettiklerimizi düşünelim, ardından bilerek iletmediklerimizi ve sonrasında ise üzerini kat kat örttüklerimizi…

Ve sonra kendimize tekrar şu soruyu soralım “aslında ben kaç kişiyim?”

Bir sen var senden içeri farkında mısın?

Kaynakça:

Bayad, A. (2016), “Erving Goffman’ın Benlik Kavramı ve İnsan Doğası Varsayımı”, Psikoloji Çalışmaları / Studies in Psychology 36-1, 81-93